AHMETLER’İN PANTIR KOÇ’U,
TOROSLARIN ÇOBAN ATEŞİ
PANTIR; Ahmetler’de bir sülaleyi değil
Ahmetler'i simgeler. Pantır, Aldürbe’de dostluğun ve vefanın gölgesi, Akdağ’da
yaşayan çobanların yanan ateşidir. Bu dünyadan çekip giderken kendisi Pantır
ismi Ahmetler’in bin yıllık tarihine yazılan çok renkli bir resimdir.
Gedik Hüseyin oğlu Pantır Mustafa Koç… Onu
herkes Pantır diye bilirdi. Ahmetler'de de çevre köylerde de onun ilk ismini bilen
azdır. O, “Yiğit namıyla anılır“ derdi.
Pantır, herkesin bir dost, bir arkadaş
olarak bildiği ve unutulmaz hatıraların yaşandığı yaylaya göç edenlerin
kendilerine açılan bir kapısıdır. Yolda kalanın, derde düşenin, çare arayanın,
belaya bulaşanın ve herkesin kimlik sormadan bir umuda koşar gibi Pantır’ın
obasına varması bir nevi derdine derman bulmasıdır. Dostluğun, kardeşliğin,
sırdaşlığın ve yoldaşlığın sadece kendilerine gönülden sunulan anahtarıdır o.
Bilen bilir ama bilmeyen de duymuştur
Pantır’ın Bozlağan obasını. Kendini koruyan, gözetleyen ve gün yüzüne çıkmayan,
sığınılan bir kale gibidir orası. Pantır, Gülen yüzüyle, gülümseyen gözüyle,
uzattığı dostça eliyle, ballandırılmış diliyle ve sizi kucaklayan kalbiyle,
sevgiyle yanında yer açardı size.
Güler yüzlü dostça yaklaşımıyla hoş
sohbetlerine ve sadece kendi yöresi değil komşu köylerin Yörükleri de onu misafir
ederdi. Onun candan, samimi davranışları ve konuşmaları etrafında insani
dostlukları örerdi.
Dağlara adanmış ömrünün hatıralarıyla
Ahmetler’in çınarıydı Pntır. Yüzünden eksik etmediği gülümsemesiyle, tatlı sözlerini ekleyerek yaşanmış hikâyeleri
anlatırken, kendiliğinden akan suyun yolunu bulması gibi siz de onunla birlikte
anlatılanların içinde kaybolursunuz. Her sohbetinde iyilikten güzellikten dem
vururdu. Size kötü söz söyleyene “akılsızlığına bağışlayın” derdi.
Yeni iş kuranları, okuyanları ve öncülük
edenleri yüreğinden kucaklar “birlik olursa dirlik olur” demesi bizlere yol
göstermesidir. Uzun boylu, heybetli bir duruşu olan misafirimize “Lök dölü”
demesi hatıra defterimize güçlü, kuvvetli ve yakışıklı insan diye yazılıverdi.
Ahmetler’e vardıkça arada bir
sohbetlerimiz olurdu. Eski insanların zorlu yaşam koşularını anlatırken siz de
geçmişe dönüp yaşıyordunuz onunla birlikte. Konuşmasına bakınca, düzgün
Türkçesi ile üniversite mezunu bilge dersiniz ama o hayat üniversitesini bitirmiş
biri. O; hatıralarını, yaşanmışlığını, zengin deneyimlerini ve eskiye ait derin
bilgileri olduğu gibi aktaran içimizdeki söz sanatçısıydı. Yokluğu, yoksulluğu iliklerine kadar işleyen
zemheri soğuğunu çeker gibi yaşarken yaşamın güzelliğini dağlardaki özgürlüğüne
borçlu bilir Pantır.
Pantır, her şeyi akıl ederdi ama kendine
kurşun atanın sofrasında yalnızlığın pençesindeki dostluğu kucaklayacağını akıl
edemezdi. Yaşlanmayı, kocamış kurda benzetirken “ocağa bastırılacak bir şey
değil” diyen büyüklerime selam olsun. Yaşlanınca insan birden bire boşluğa
düşer gibi her şeyden elini ayağını çeken yalnızlık, herkesin içinde el
oluvermek insanın hüzünlü gerçeğini kabul etmesidir.
HES direnişinde televizyon spikeri
mikrofonu uzatıp sordu Pantır Mustafa’ya; “devlete boyun eğip HES’i yaptıracak
mısınız” diye sorduğunda kararlı duruşu ve gülen yüzüyle gülümseyip şöyle
demesi unutulmaz:
“Yurtsuz, vatansız insan olmaz, biz kula
kulluk etmeyiz ama iki Mustafa’ya boyun eğeriz. İki Mustafa’yı unutmayın. Muhammet
Mustafa’ya ve Mustafa Kemal’e sözümüz olamaz, söz de söyletmeyiz” dedi.
Ahmetlerli olmanın ayrıcalığını yine
yeniden yaşarken özgürlüğümüzü onunla birlikte kutladık çoban ateşlerinde.
Artık yanmayacak çoban ateşi Bozlağan’da.
Duman tütmeyecek Sarıotlu’da. Nergizler solacak; çiçekler, öksüz
çocuklar gibi boynunu bükecekler Aldürbe’de,
Pantır’ın sesi soluğu kesildi diye. Yeniden çıkacak ortaya kurtlar,
çakallar bir başka uluyacak obaların etrafında, verdiğini alamayan borçlular
gibi olmayan Pantır’ın sürüsünü arayacaklar. Sürü dağılacak dört bir yana ağıla
girmeyecek, döllüğünde yatmayacak artık. Canavara yem olmak için kara mal değil
mi o da akılsızlık edip teslim olacak Pantır’ın yokluğunda. Köpekler tanıdık
sesler içinde onun sesini arayacaklar ama bilinmez bir yolculuğun yolcusunu
bulamayacaklar.
Atın şahlanacak Aldürbe’den, Akdağ’a
doğru hiç yorulmadan, bıkmadan, erinmeden gittiğin patika yollara seni soracak,
cefasını çekip sefasını süremediğin dünyaya bir damla gözyaşı da benden deyip
dönüp duracak.
Taşharman, Goramşa, Serken, Bozlağan ve
Güğlen ve adını koyup çadırlar kurup ateşler yaktığın nice yerler ayak
izlerini, yaşamın akışını bıraktığın her yer dillenip sessizce ağıt yakıp
türküler söyleyecekler sana.
Bilinmez bir yolculuğa, Saklarönü’ne çekip
gittin ey Ahmetler’in Pantır’ı. Ama Baban Gedik Hüseyin mi karşıladı mı seni vardığın
yerde bilmiyoruz. Deli Hacı sordu mu suyun gelişini, Tülüce bekledi mi Serken’deki
üzümlerini. Deli Ahmat yine mi avcılık mı yapar, Kara Osman, Bük’ten karpuz
istedi mi senden? Molla Ali dua mı okur oralarda diye bilinmez öğrenilmez
soruların içinde kaldık bizle de.
Zobu sigarasını tüttürür mü durmadan.
Bir sofranın etrafına toplandınız mı? Daylak Dedemin yanına vardığında “Arzu
misafirimiz var bir kahve sür” dedi mi? Bir de sordu mu yine “Pantır, yayla mahkemesi
ne oldu” diye. Acaba toplandınız mı orada
her birlikte bütün akrabalar, sülaleler, yine güzel günleri yâd ederek, buradan
gelecek yolcuları bilmeden bekleyerek?
Ey Ahmetler’in Koca çınarı, ey Koca Pantır!
Gidenlerin ruhuna selamlarımızı götürsen de biliriz ki artık senden haber
gelmeyecek. Ama sen yine de bizlere hakkını helal eyle; hatalarımız, kusurlarımız
varsa affeyle.
Yaşamını Ahmetler’in dağında taşında ve
Akdağlarda, Aldürbe’de, Bolağan’da, İmalı da, Gökçukur’da, Ahmetler Kuyusu’nda sürdüren
son Yörüklerden birini, Toros dağlarında yanan çoban ateşinin efsanesi Pantır
Mustafa Koç’u hepimiz özleyeceğiz. Ahmetler’in ve yaylaların başı sağ olsun!
Onu sonsuzluğa uğurlarken sevgi rahmetle anıyorum.
Mehmet Kocaakça