ANILARIN İZİ
Mehmet GÜNGÖR
Annem yayla yoluna çıkınca öyle babam gibi üç günde
varmazdı. Köyden katırlarla yaya olarak şafak vakti yola çıkar,
akşama yayladaki obamıza varırdı. Yaylada her şeyi yerli yerine koyduktan sonra
yeniden katırlarla köye harman kaldırmaya dönerdi. Annemin, yayla
yollarında "gözün kör olsun karakulluk"diye söylendiğini duyunca
çok üzülürdüm ve onu hep bu hayattan kurtarmayı hayal ederdim.
Oysa o zamanlar yayla yolculuğu ve Yörük hayatından daha zor işler olduğunu
bilemezdim.
Babamın ise çocukluğundan kalma Arapça, Osmanlıca,
Farsça eski kitapları biriktirme gibi bir alışkanlığı ve hobisi vardı. Tabii
bunları heceleyerek de olsa okumasını bilirdi. Göç yoluna çıkılacağında annem
eşyaları toplarken babam kitaplarını ve kavalını önce bir poşete, sonra
bir bohçaya bağlardı. O zamanlar babamın bu kitaplara olan ilgisinden rahatsız
olurduk. Çünkü köyde başı ağrıyan birçok köy kadını babamın onlara sihir
yaptığını düşünerek evimize çekişmeye gelirlerdi.
Babam çok güzel kaval da çalardı. Ancak nedense kadınlar,
babamın kavalından da rahatsız olurlardı. Laf olsun diye; "Bu n’olacak
yahu! Bunun sesinden uyuyamadık!" diye anneme şikayete gelirlerdi. Fakat
zamanla babamın bu kitaplara ilgisinin kötü bir şey olmadığını kavradık. Annem,
köylü kadınlarından bıkmış olacak ki kitaplar ve kaval konusunda babamla oldum
olası anlaşamazdı.
Çocuklar birçok şeyden eğlence çıkarabilirler. Babamla
yolculuk yapmak eğlenceli olurdu. Çünkü onun yolda giderken nereye uğrayacağı,
nereye sapacağı belli olmazdı.
Bir sene temmuz sıcağında babamla köyden yola koyulduk;
yanımızda bir eşekle bir de katır var. Murtiçi'ne varınca babam eşekle katırı bana
bırakıp oradaki tanıdıklarına uğradı. Ben ise cebimdeki harçlığımla bir dondurma
aldım. Belki de ilk defa dondurma yiyecektim. Ansızın elimdeki dondurma külahı ortadan
kayboldu. Bir de baktım ki ben etrafa bakınırken bizim eşek elimdeki dondurma
külahını kapmış yiyor. Dondurmanın tadı damağımda yarım kaldı her dondurma
yediğim zaman bu olayı hatırlarım.
Babama bir arkadaşı “Sülles (Güzelsu) köyünde falanca adamda
bir kitap var” deyince babamla bu kitabı satın almak için Sülles’e saptık.
İkindi vakti oldu, adamın evini komşularına sorup bulduk. Ama adam evde yoktu.
Komşuları; "Onlar purça gittiler, şimdi gelirler” deyince beklemeye
koyulduk. Az zaman bekledikten sonra adamla karısı, sırtlarına onların purç
dedikleri ağaç dalları yüklemişler geliyorlardı. Babam; "Sırtlarındaki yük
bir katır yükü kadar var, nasıl taşırlar acaba" diye söylendi. Kan ter
içerisinde kalmışlardı.
Babam,
“Beni falanca gönderdi, sende bir kitap varmış, onu bana ver,
paranı vereyim.”
Adam;
"Çingen’in avrat boşadığı vakit ne kitap alırım ne de
veririm" diye çıkıştı. Ama sonsunda zor da olsa adam kitabı getirdi. O
zamanlar bin liralık mavi banknotlar vardı, yanlış hatırlamıyorsam, beş yüz
liraya anlaştılar ve ona bin lira verdi ve adam karısına paranın üstünü vermek
için beş yüz lira getirmesini söyledi.
Kadıncağız öbür odadan bir bohça ile geldi bohçayı açınca içi para doluydu.
Adam kadının ulu orta para bohçasını açtığına kızıp bağırıp çağırdı.
O geceyi Kurna’da bir koyakta (vadide) ateş yakarak geçirdik.
Babam ateş ışığına başladı kitabı heceleyerek okumaya. Neyse ki sonraki gün
ikindi vakti obamıza vardık. Annem babamın elindeki poşeti görünce sordu:
"Elideki ne o poşetteki?”
“Boş ver neyse n’apacaksın?”
Annem poşeti alıp içine baktı ki yine bir kitap… Babama
yan yan bakıp;
"Ne olacak, işte Sarı Mehmet’in deli oğlan; başka bir
işi yok ki" diye söylendi.
Bir ay kadar zaman sonra Sarı Hasan çıkageldi; yanında genç
bir çift… Güneycik Yaylasından gelmişler. Babamın deyişiyle alt üst
olamıyorlarmış… Yani çocukları olmuyormuş. Babam o kitaptan bir şeyler bakıp
bir adet muska yaptı, muskayı alıp gittiler. Sonuç ne olsa iyi? Ertesi yıl bu
genç çift yeniden babamı ziyarete geldiler; ellerinde bir de çocuk var.
Kır Veli rahmetlisi de oradaydı; onlar gittikten sonra babama
takıldı:
“Ulan Mustafa’li, bu çocuk sana benziyor…”
Bu söz, oradaki herkesi güldürmüştü.
Babam, aslında sihir falan etmezdi; sadece bize söylediği
itikatti, yani inanç. İnsan inanırsa olumlu etkilenir, derdi. O aile bu olaydan
olumlu yönde etkilenmişler ve inandıkları için çocukları olmuş olabilir...
Yanlışları ve doğruları ile Mustafa Ali, iyi niyetli ve değişik
bir insan. Ama en önemlisi de dağın başında, doğru dürüst okuma yazma bile
bilmezken onun bu kitaplara önem vermesi örnek alınacak bir durum olsa gerek.
Not:
Ahmetler’in Türkçesinden…
Koyak : vadi, çukurluk yer.
Gözün kör olsun
karakulluk: Kula kulluk etmek, yoksulluk, boşa çalışmak,
yaşamak için savaşmak.