DIŞARIDAKİLER
Ali KOÇ
Derler ki, delinin biri tımarhaneden kaçmış. Polisler onu her yerde
aramışlar, fakat bulamamışlar. Aradan birkaç gün geçtikten sonra adam
kendiliğinden geri gelmiş. Arkadaşları ona sormuşlar: “Yahu niye geri geldin?
Hiç buraya gönüllü gelinir mi?”
“Sormayın,” demiş deli, “dışarıdakilerin halini görünce buraya çoktan razı
oldum.”
“Bunca zaman orada ne yaptın?”
“Önce bir berbere gittim. Benim önümdekilerden biri düz saçını kıvırcık
yaptırdı. Saçı kıvırcık olan ise düz yaptırdı. Biri siyah saçını sarıya, biri
de sarı saçını siyaha boyattı. Biri kucağındaki köpeğe yüzünü yalattı. Biri
burnuna, kulağına halka takmıştı.
Neyse, sıram gelince tıraş olup çıktım. Oradan bir kahvehaneye uğradım.
Kahvehane dedim ya kahve filan yok. Zaten kahvehanelerin adını da son
zamanlarda internet kafeye çıkarmışlar. Oraya bir sürü bilgisayar almışlar.
Herkes bilgisayarla oynama yarışına girmiş. Kimse kimseyle konuşmuyor. Hepsinin
üstü başı perişan. Elleri, bacakları titriyor. Heyecandan yüzlerini buruşturup
dudaklarını yoluyorlar. Kaptırmışlar kendilerini oyuna; başka hiç
bir şey onları ilgilendirmiyor. İçlerinde pislikten kokanlar bile var. Dışarıda
rahat bir yer bulamadım. Onun için yine buraya geldim.”
***
Deliliğin ölçüsünü bilen var mı? Bu sorum psikiyatristlere değil. Tabii
onların kitapları var. Oradan öğrenmişlerdir kime ne diyeceklerini. Onlar
delilikle değil, hastalıkla ilgilenirler. Her hastaya da deli denmez. Psikiyatristler
günlük hayata intibak edemeyecek kadar rahatsız olanları olabildiğince tedavi
edip yeniden çalışma hayatına kazandırmak isterler. Ruh hastalıklarını tedavi
etmek bazen görünen beden hastalıklarını tedavi etmekten daha zordur.
Tımarhanenin şimdiki adına Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesi deniyor.
Aslında bizdeki tımarhaneler yalnız ruh sağlığı ve hastalıkları ile
uğraşmazlar. Adı üstünde, bunlar hastaları hem tedavi hem tımar
ederler, yani korurlar. Bu nedenle ben akıl hastanesi yerine
tımarhane demeyi tercih ederim. Elazığ’daki meşhur psikiyatri uzmanı Mutemit
Bey de bu anlayışta idi. Onun için dokuz yüz hastayı tek başına hem tedavi hem
tımar edebiliyordu. Orada hastalar için dışarıdan çok daha iyi bir huzur ortamı
hazırlamıştı.
***
Bir Bunaklık Fıkrası:
Kocasının unutkanlığından bıkan bir kadın onu psikiyatra götürmüş. “Doktor
Bey, eşim her şeyi unutuyor. Son defa aldığı şemsiyeyi parasını ödedikten sonra
dükkanda bırakıp çıkmış. Ne yapayım?” demiş. Doktor adamı muayene ettikten
sonra kadına kocasını hiç tedavi ettirmemesini, onun unutkanlığına katlanmasını
tavsiye etmiş.
Kadın şaşırmış: “Niye? Bunun tedavisi yok mu?”
Doktor: “Var da, onun tedavisi unuttuğu şeylerden daha pahalı,” demiş.
Bir de bizde lakabı deli olanlar var: Deli Ali, Deli Mahmut, Deli Hasan,
Deli Hüseyin gibi. Nedense kadınların deliliğinden pek söz edilmiyor. Acaba
kadınlar daha mı akıllılar yoksa onların delilikleri dikkati çekmiyor mu? En
azından mesela Almanya’daki kadınların daha temkinli araba kullandıkları, daha
az trafik kazası yaptıkları, daha uzun süre yaşadıkları biliniyor. Demek ki
onlar saçları uzun olsa da aklı kısa değiller. O sözü kadınların aklını
kıskanan bir erkek uydurmuş olmalı.
***
Keloğlan ile Delioğlan masalını duymuşsunuzdur. Güya Keloğlan’ın başının
dışı kılsızmış da başının içi akıllıymış. Delioğlan’nın ise başının dışı
kıllıymış da başının içi akılsızmış. Başının dışı kılsız oğlanla başının içi
akılsız oğlan arkadaş olup iş aramaya çıkmışlar... (Keloğlan Masalları)
Halk, zekasını ve davranışlarını beğenmediği kişilere deli diyor. Bunlar
bazen doğuştan beyni hasarlı bazen de sonradan hasta olan
kişilerdir. Bizden önce köyümüzde zekası ve davranışları beğenilmeyen bir
Çomuca varmış. Bir de Fersin’de Kümük’ün Deli Ali vardı. Hani şu gazeteyi ters
tutup da Hazret-i Ali hikâyeleri okuyan adam… Her ikisi de şimdi hayatta
değiller. Fakat neden birçok kişi Ahmetler’de birine kızınca hâlâ Çomuca diyor?
Bu soruya kim cevap verebilir?
***
Zeka eski kitaplarda intibak kabiliyeti olarak tarif edilir. Fakat insan
davranışını yalnız zeka değil, sosyal çevrenin etkisi, terbiye tarzı, kişilik
gelişimi, alkol veya benzeri zehirli madde tüketimi, hormonların kana karışması
gibi olaylar da etkiler. Tabii kişinin doğuştan getirdiği ilk bakışta
görülmeyen başka özellikleri de vardır. İnsan bilinen en karmaşık canlıdır.
Kişinin beyni ya da sinirleri hastalanınca davranışlarında sosyal ölçüyü tam
tutturamaz. Bu yüzden adı deliye çıkabilir.
Beni aslında tımarhanenin içindekiler değil de dışındakiler daha çok
ilgilendiriyor. Hani her evde bir deli olurmuş ya. Delisi olan da derdini
çekermiş. Asıl sorun bir evde bir değil, birkaç deli olursa
başlarmış. Düşünün, bir evde her gün beş deli çalışmayı bırakıp bayram
kutlamakla vakit geçiriyor. Masrafları da evin akıllısı çekiyor. Vur patlasın,
çal oynasın! Ekmek elden, su gölden olunca deli olmak o kadar da kötü bir şey
değilmiş. Bu yüzden deli taklidi yapanlar çoğaldı.
Şimdi ben bunları yazıyorum diye sakın sözü üstünüze almayın. Gerçek deli,
deli olduğunu bilmez. Bilseydi gider bir akıllıya danışırdı ya da kendini bir
uzman hekime tedavi ettirirdi.
Son zamanlarda yeni bir delilik olayından daha söz ediliyor:
Oyunkeşlik. Siz buna oyun bağımlılığı da diyebilirsiniz. Adam
okumayı, meslek öğrenmeyi, çalışmayı bırakıp hep oynuyor. İşe kâğıt, tavla,
konken oynamakla başlıyor; Tamaguçi, Game Boy, bilgisayar, cep telefonu ve
internet oyunları ile devam ediyor. Abartılı bilgisayar oyunları özellikle
çocukların ruhsal dengesini bozup onları cinnet davranışına bile
yöneltebiliyor.
Tabii ki oynamak herkesin hakkı. Fakat kişi işini gücünü bırakıp bütün
zamanını cihaz başında yalnız oynamakla geçirirse burada bir sorun var
demektir. İnternet üzerinden oynanan savaş oyunlarını görünce kâğıt, tavla,
konken, satranç, hele hele futbol, voleybol, pinpon gibi oyunlara çoktan razı
olduk. Özellikle çocukları bağımlı yapan savaş oyunları başımıza bela oldu. Bu
oyunları yapıp satanlara bir dur diyen yok. Çellik, kazık, çırakma, azma,
uzuneşek, üçtaş, beştaş, dokuztaş, onikitaş oynamak bile sandalyeye oturup
bütün gün ve gece hareket etmeden bilgisayar oyunları ile ömür tüketmekten çok
daha iyi.
Acaba kabahat sadece oyunlarda ya da oyun üreticilerinde mi?
Oynayanın ve oynatanın hiç mi kabahati yok? Bu oyunlarla kim ne kazanıyor? Kim
ne kaybediyor? İşin ekonomik yönü ne? Bu oyunları, oyun yerlerini hiç mi
denetleyen yok?
Oyunkeşleri tedavi etmek için Mainz’da yeni bir klinik açıldı.
Sorun oyunkeşlerin tedavi için bile zamanlarının olmayışı. Ancak etrafa zarar
vermeye başladıkları zaman onları polis zoruyla tedaviye götürmek mümkün
olabilir. Başka türlü kolay kolay doktora gitmezler. Bu yüzden de genellikle
tedavide geç kalınıyor.
Erken yaşta bilgisayar sahibi olan çocuğun cihazı bilgi edinmek için değil
de oyun aracı olarak kullanabileceği önceden düşünülmelidir. Hele taşınabilir küçük
bilgisayarlar devreye girince bazı çocuklar tuvalete bile bilgisayarsız
gitmiyorlar. Gece yorganın altında cihazla oynayanlar var. Oyun bağımlılığı da
tedavi gerektiren bir rahatsızlıktır ve uyuşturucu bağımlılığından çok farklı
değildir.
Spor etkinliklerine, öğrenim gezilerine, meslek kurslarına
katılmak çocuğu kötü alışkanlıklardan ve bilgisayar bağımlılığından, aileyi de
gereksiz masraflardan kurtarabilir.
Sonuç olarak diyebiliriz ki; dışarıdakilere ne kadar sahip çıkar ve onları
“delirtmezsek” içeridekiler de o kadar azalacaktır.