CORPORATE
Ali KOÇ Yazarın Tüm Yazıları
Sosyoloji Doçenti AlÄ° KOÇ / 1945 - 2013 Çok erken kaybettiÄŸimiz Ali Koç, Ahmetler'in yetiÅŸtirdiÄŸi deÄŸerli insanlardan birisiydi. Ahmetler'de doÄŸru. Köyden ilk kez ortaokulda okumak üzere çıkarak hepimize örnek oldu. Manavgat Ortaokulunu ve Manavga...
ELMACILAR
Ali KOÇ
BozlaÄŸan’dayız. Yayın ortası. Hiç alışmadığımız kuru bir sıcak var o yıl. Köydeki sıcaktan kaçıp da bize misafir gelen Hasan Hüseyin dayımla Gök Süleyman emmi bile ÅŸaşırdılar bu sıcaÄŸa. Onlar manav oldukları için AkdaÄŸ’ın devamlı serin olacağını düÅŸünüyorlardı. BozlaÄŸan’a bazen yayın bile kar yaÄŸar, fakat bu sene öyle deÄŸil. OÄŸruklardan baÅŸka yerde kar kalmadı. Akarsu zaten yok.
Manavların davar güdemeyeceklerini düÅŸündükleri için obada kimse dayımdan veya Gök Süleyman emmiden bir ricada bulunmuyor. Ayrıca onlar misafir. Misafire iÅŸ buyurmak yok Yörüklerde.
O yıl babamın fazla yardımcıya ihtiyacı yok. SaÄŸ olsunlar, Ali aÄŸabey (DelibaÅŸ Alisi) ile Pantır emmi babama her konuda yardım ediyorlar. Her ikisi de genç, kuvvetli, hareketli. Üstelik askerliklerini de yapmışlar.
Arada sırada obaya Bozkır’dan bir elmacı gelir; elmalarını peynirle, yaÄŸla, keÅŸle, yünle, kılla deÄŸiÅŸtirip gider. Bir gün de Isparta’nın Yalvaç kazasından bir satıcı geldi. Adam yalnız yün alıyor, baÅŸka bir ÅŸey istemiyor. Özellikle de saksak soruyor. Biz saksak diye koyunların arkasındaki gübre yapışmış pis yünlere diyoruz. Aslında biz onu kırkıp atıyoruz. Fakat bu adam ille de saksak istiyor. Bir türlü aklımız ermedi bu pis yünleri ne yapacağına. Sonra meraklı biri ona sordu: “KardeÅŸim sen bu kadar uzak yolu bu pis yünleri toplamak için mi teptin? Bunları ne yapacaksın?”
“Siz bu iÅŸi anlamazsınız. Biz halıcıyız. Halının iyisi bu saksakların içindeki yünden olur. Biz bu saksakları yıkayıp pahalı el halısı dokuruz. Bunlar bize en çok para kazandıran yünlerdir.”
BildiÄŸiniz gibi dayım çalışkan bir adamdı. Öyle boÅŸ durmayı sevmezdi. Yörük olarak pek iÅŸe yaramayacağını anlayınca baÅŸka bir hizmet görmek istedi: Bozkır’a gidip elma getirecekti. Ali aÄŸabeyle anlaşıp atları hazırladılar ve birlikte Bozkır’a doÄŸru yola çıktılar. Kara Mehmet’le ben de onlarla birlikte gitmek istedik. Ancak çok küçük olduÄŸumuzu söyleyerek bizi götürmek istemediler. Biz Bozkır’ı Popaz’ın arkasında bir yerde sanıyorduk. MeÄŸer çok uzakmış. Bizi kandırdıklarını düÅŸünerek onlara kızdık. Sonra uzaktan onları takip ederek biz de o tarafa gittik.
Yanımıza ne ekmek almıştık ne de su. Boyumuz zaten sütlükleri aÅŸmıyordu. Onlar bizi görmeden yollarına devam ettiler. Bir kere bile dönüp arkalarına bakmadılar. Derken Popaz’ın içine vardık. Yalının yüzünde bir de ardıç aÄŸacı gördük. Biz burada hiç aÄŸaç yetiÅŸmez sanıyorduk. O ardıç da herhalde olduÄŸu yere kimse ulaÅŸamadığı için hayatta kalmış. Yoksa onu kesip mertek ya da odun ederlerdi.
Popaz’ı geçtik, ta Göktepe’ye vardık. Orası bizim yayla gibi iniÅŸli yokuÅŸlu deÄŸildi. Dümdüz arazi. Ä°leride Mektepli’nin obası ve Dipsiz Göl. Her taraf sicim gibi dosdoÄŸru yol. Her yolda bir oraya bir buraya giden atlı adamlar. Hepsi Yörük. Belki Mannaslı, belki Namaraslı...
SaÄŸa sola bakarken birdenbire dayımın ve Ali aÄŸabeyin hangi yola gittiklerini göremez olduk. Hangi yolun Bozkır’a gittiÄŸi de belli deÄŸildi. Ortalıkta ne ÅŸehir vardı ne de bir köy. Hani o anlatıp durdukları Çat, Dere, Sorkun? Dayım Bozkır’dan dönerken Ali aÄŸabeyle birlikte bu köylerden un, gumpir ve çakı getireceklerdi. Aman Allahım! Dayımla Ali aÄŸabey kayboldular. Biz ÅŸimdi ne yapacağız?
“Geri dönelim!” dedi Kara Mehmet. “Geç oldu, yiteriz burada.”
Kara Mehmet haklı idi. Hiç deÄŸilse geldiÄŸimiz yolu kaybetmemek için hemen geri döndük. Fakat ne kadar uzaÄŸa gittiÄŸimizi iyi düÅŸünemediÄŸimizden daha Popaz’ın içine girerken akÅŸam oldu. Koyaktan çıkmadan karanlık çöktü. Bereket ay ışığı yolu görmemize yetiyordu. Korkmaya baÅŸladık. Ya burada bize ayılar ya da kurtlar saldırırsa...
Korka korka iyi kötü Popaz’ın BozlaÄŸan yanındaki gediÄŸine ulaÅŸtık. Hep etrafımıza bakıyorduk ayı gelir mi diye. Bazen kayaların gölgesini bile ayı zannederek hızla koÅŸardık. Nihayet oba yüze aşınca biraz rahatladık. Obaya ne kadar yakın olursak ayı gelmesi ihtimali de o kadar azalırdı. Sütlüklerin arasındaki yoldan BozlaÄŸan’a doÄŸru ilerledik.
Bir ara ben arkamda bir ses iÅŸittim. Yanılıp yanılmadığımı anlamak için Kara Mehmet’e de sordum: “Mehmet, ben bir ses duydum. Sen de duydun mu?”
“Evet, ben de bir ÅŸey duydum. Belki rüzgârdır.”
Az sonra arkamdan bir takım ayak seslerinin yaklaÅŸmakta olduÄŸunu fark ettim. Birdenbire obadan tarafa koÅŸmaya baÅŸladım. “Ayı!” diye bağırdım.
Kara Mehmet de koÅŸmaya baÅŸladı. Fakat çok geçmeden ayağı bir taÅŸa takılıp düÅŸtü. Ben de ona takılarak yere düÅŸtüm. Korkudan ne yapacağımızı ÅŸaşırıp aÄŸlamaya baÅŸladık. Derken iki karaltı üstümüze doÄŸru geldiler. Bizde ne ayaÄŸa kalkacak ne de kaçacak hal kaldı. GözyaÅŸlarımdan etrafı görebilecek hale gelince bu karaltıların iki insan olduÄŸunu anladım. Bunlardan biri Pantır emmi, diÄŸeri Gök Süleyman emmi idi. Babam gece olmasına raÄŸmen bizi buldurmak için her tarafa adamlar göndermiÅŸti. Pantır emmi bizim nereye gittiÄŸimizi doÄŸru tahmin etmiÅŸti. Kendisi o yöredeki araziyi avucunun içi gibi bilirdi. Bizi bulması zor olmamıştı. Süleyman emmi ise ona refakat ediyordu.
Sonra bunlar bizi sorguya çektiler. Nereye gittiÄŸimizi, neden gittiÄŸimizi, nasıl geri döndüÄŸümüzü korkarak anlattık. Hikâyemiz bitince Süleyman emmi Pantır emmiden bir bıçak istedi. Bıçağı benim elime verdi: “Kes ÅŸunun kulağını!” dedi Kara Mehmet’i göstererek. Ben adeta ÅŸok geçirdim. Biricik arkadaşımın, yoldaşımın kulağını nasıl keserdim? Benim geciktiÄŸimi görünce bıçağı benden alıp Kara Mehmet’e verdi: “Sen kes ÅŸunun kulağını!” dedi. “Bizde evden kaçanın kulağını keserler.” Tabii Kara Mehmet de benim kulağımı kesmedi. Süleyman emmi ciddi bir tavırla: “Bakın, size bir soru soracağım. Bilirseniz kurtulursunuz. Yoksa kulağınızı ben keseceÄŸim!” dedi.
Bizde bir ÅŸey söyleyecek hal yoktu. SöylediÄŸi her ÅŸeyi sessizce dinliyorduk. “Söyle bakalım,” dedi bana, “eÅŸeÄŸimi sana versem, sen eÅŸeÄŸi sulamaya götürsen, sıcak su ile mi sularsın yoksa soÄŸuk su ile mi?”
EÅŸeÄŸin sıcak su içmediÄŸini düÅŸünerek: “SoÄŸuk su ile” dedim.
“Ah, eÅŸeÄŸimin aÄŸzını üÅŸütmüÅŸ!” dedi ve kulağımı çekmeye baÅŸladı.
Sonra Kara Mehmet’e: “EÅŸeÄŸi sen götürsen nasıl sularsın?” diye sordu. O benim başıma geleni gördükten sonra: “Sıcak su ile sulardım,” dedi.
“Eyvaah, eÅŸeÄŸimin aÄŸzını yakmış!” dedi ve onun da kulağını çekti.
Bu tiyatro oyunu epey sürdü. Sonra bıçağı Pantır emmiye geri verdi. “Bu defa kulağınızı kesmekten vazgeçtim. Bir daha evden kaçarsanız o zaman keserim kulağınızı. Åžimdi yürüyün bakalım obaya!” dedi.
Gece vakti obaya vardığımız zaman anam hem sevindi hem beni azarladı. Mümüne abamın Kara Mehmet’e neler söylediÄŸini bilmiyorum. Ben canımızı kurtardığımıza çoktan razıydım.
Ä°ki gün sonra dayımla Ali aÄŸabey yüklü atlarla geri geldiler. Herkese sipariÅŸlerini dağıttılar. Dayım manav olduÄŸu için elmanın en iyisini bulup getirmiÅŸti. Bunların çekirdeklerini de köyde bahçeye ekmek için toplayıp kuruttu ve bir çıkıya koydu.
Bilavgattaki elma aÄŸacının hikâyesi de böyle baÅŸladı. Köyün en iyi manavı olan dayım bile çekirdekten yetiÅŸen elmanın yabani çıkacağını bilmiyordu. O zaman Ahmetler’de elmanın aşılanacağını bilen yoktu. “Herhalde bizim köyün arazisi elma yetiÅŸtirmeye uygun deÄŸil!” deyip geçtiler. Aşıdan anlayan bir öÄŸretmen köye gelinceye kadar bu böyle devam etti.
Ali Koç
Frankfurt, 21 AÄŸustos 2011