CORPORATE
Ali VAROL Yazarın Tüm Yazıları
Ben emekli öÄŸretmen Ali Varol. Yazı yazmayı ve resim yapmayı severim. Manavgat Ahmetler köyünde doÄŸmuÅŸ, orada büyümüÅŸüm. Köy yaÅŸamını iyi tanırım ve doÄŸa ile iç içe olmak keyiflidir. ÇocukluÄŸumda aileme yardım ederken çift ve harman...
KENDÄ°NÄ° YENÄ°DEN YARATMAK
Ali VAROL
Derler ki: "Bırakırsan kaybedersin, direnirsen kazanırsın." Ali kaybetmek üzereyken nasıl direndi, yeteneklerini nasıl geliÅŸtirdi? Bu soruların cevabını anlatan "Ali’nin Türkü Defteri" adlı öykü nasıl yazıldı?
…
Telefon çalar, bakarım, kayıt edilmemiÅŸ bir numara. Açarım; bazen yanlış numaradır, kapatırım. Bazen bir reklamdır, hızla kapatırım. Bazen de tanımadığım birisidir. Merakla dinlerim.
Gene bir akşam telefonda tanımadığım bir ses:
“Hocam ben Hasret, sizin öÄŸrencinizim.”
“Hasret hatırlayamadım. Hangi okulda beraberdik?”
“Elli sene önceye geri gidelim. O zaman neredeydik?”
Elli sene önce benim öÄŸrencim olduÄŸuna göre en azından elli yaşında olmalıydı. Elli yaşın üstünde birisi benim telefonumu nereden, nasıl bulmuÅŸ da arıyor?
“Antep’teydik.”
“Tamam, oradaki köyden hangi çocukları hatırlarsın?”
“Orası benim ilk öÄŸretmenlik yaptığım yer. ÖÄŸrencilerimin çoÄŸunu hatırlarım.”
“Sen de bizim ilk öÄŸretmenimizsin. Biz de seni hatırlarız. Sen kimleri hatırladın?”
“Hasret seni hatırlayamadım ama ÖkkeÅŸ, Åžehmuz, Ali, Kamber, Huriye, Hatice… ÇoÄŸunuzu hatırlarım.”
“Benim adımı siz koydunuz.”
“Nasıl oldu bu?”
“Bana köyde Haziret derlerdi. Birinci sınıfa kayıt yaparken, adın ne diye sorunca ben de Haziret dedim. Sen ‘Böyle yazarsak nüfus dairesinde zorluk çıkarırlar. Adını buraya Hasret yazalım’ dedin, öyle yazıldı. Åžimdi hatırladın mı?”
“Tamam, ÅŸimdi hatırlıyorum. Sen saz da çalardın, deÄŸil mi?”
“Sen mandolin çalardın. Mandolinle bize türküler öÄŸretirdin. Türkü söylemesini çok severdik.”
“En iyi, en çok türkü söyleyen Ali’ydi deÄŸil mi? Ali ÅŸimdi ne yapıyor?”
“Ali köyün içinde bir bakkal açtı, bakkal çalıştırıyor.”
“Ä°yi de Hasret, sen benim telefonumu nereden buldun?”
“Feysbukta resmini görüp tanıdım. Ötesi kolay oldu.”
Sonra sohbet uzadı. Öteki öÄŸrencilerimi sordum. Sait okuyup öÄŸretmen olmuÅŸ. Her biri bir iÅŸ tutup çoluk çocuk sahibi ne demek torun torba sahibi olmuÅŸlar. Hasret de saz çalmayı ilerletmiÅŸ, “Grup Hasret” diye bir müzik grubu kurmuÅŸ. Özel günlerde, düÄŸünlerde çalıp söylermiÅŸ. Öteki öÄŸrencilerden en çok da Ali üstüne konuÅŸtuk. Çünkü Ali’nin özel bir durumu vardı.
Hasret ile belki bir saat konuÅŸtuk. Duygulanmıştım. Telefon kapanınca o duygu yoÄŸunluÄŸu içindeyken Hasret’in anlattıklarından yola çıkarak elli sene önceye gidip Ali’nin özel durumunu yazmaya baÅŸladım. Sonraki günlerde Hasret köye gelmiÅŸ, okul arkadaÅŸlarına beni anlatmış. Onlar da almışlar benim telefon numaramı. BaÅŸladılar beni aramaya. Ali de aradı. “Kimden aldın numaramı?” diye sorunca “Haziret’ten” dedi. Demek ki köyde Hasret hala Haziret diye anılıyor. Ali ile de konuÅŸtuk, dertleÅŸtik, hasret giderdik.
ÖÄŸrencilerim beni unutmamış, elli sene sonra telefonumu bulup aramışlardı. Ben de o günleri yeniden yaÅŸamış, öÄŸrencilerimle yaÅŸadığım günleri kaleme almıştım. Telefonda konuÅŸtuÄŸumuz okul arkadaşının aÄŸzından neden Ali’nin herkesten çok, herkesten güzel türkü söylediÄŸini anlatmıştım. Ali sorunlu olduÄŸu halde türkülere tutunmuÅŸ, kendini yeniden yaratmıştı. Ä°nsan kendi kendine yardım edebilir mi? Sanırsam insana baÅŸkasından çok kendisi yardım edebilir.
…
ALÄ°’NÄ°N TÜRKÜ DEFTERÄ°
Evimizde birkaç dolabımız vardı. Biri televizyonun altındaydı. Ä°kisi mutfaktaydı. Elbise dolabımız da vardı. Ama ayrıca bir kitap dolabımız yoktu. Kitaplarım orada burada dağınık durumdaydı. ÇoÄŸu kısmı da karton kutularda paketli haldeydi. Eve yeni bir kitap dolabı yaptırmıştım. Oturma odası duvarında asılı sazımın yanında yerini aldı. Ä°lkin, el altında ama dağınık olanları yerleÅŸtirdim. Sonra karton kutular içinde tozlanmış eski kitaplarımı çıkarıp temizleyerek kitaplığıma yerleÅŸtirmeye sıra geldi. Kitapların arasında bir de defter vardı. Alıp tozunu temizledim. Üzerinde “Ali’nin Türkü Defteri” yazıyordu. Ä°lk sayfasını açtım. Bir halk türküsü:
Dere geliyor dere
Ya lele ya lelel
Kumunu sere sere
Yalellellim.
Bu benim ilkokulda ilk öÄŸrendiÄŸim türküydü. Kolay bir söyleniÅŸi vardı. Yazı Ali’nin yazısıydı. Ä°lkokuldan kalma bir defter… Türkünün kenarları çiçeklerle süslenmiÅŸti. Åžöyle bir karıştırdım, otuz
…yaprak altmış sayfa eder. Altmış tane halk türküsü vardı. Hepsi de kenar süsü içinde… Defterin sahibi okul arkadaşım Topal Ali geldi aklıma. Defter aldı beni okul günlerimize götürdü. Çocukluk günlerime gittim, geldim. Hey gidi günler hey! Ben komÅŸu mahalleden gelir giderdim okula. Babam saz çalmasını bildiÄŸi için ben de daha ilkokul birinci sınıfta tıngırdatmaya baÅŸlamıştım sazı. Ali ile ortak yanlarımız vardı. Onun için Ali’yi en iyi tanıyanlardan biri de bendim. Ali köyde doÄŸup büyüdü. Daha küçükken bir yıkıma uÄŸramış. Bahçede oynarken ayağından yılan sokmuÅŸ. O zamanki köy yaÅŸamında ulaşım olanakları kısıtlıydı. Yılan zehiri anında vücuttan çıkarılamamış. Doktora gitmesi gecikmiÅŸ. Doktora vardığında iÅŸ iÅŸten geçmiÅŸ. Doktor Ali’yi ölümden kurtarmış ama yaÅŸayabilmesi için ÅŸiÅŸip morarmış ayağını dizinden kesmek zorunda kalmış. Ali ondan sonra koltuk deÄŸneÄŸi ile gezmeye baÅŸladı. Tek ayak kalınca öteki çocuklarla oynaması zorlaÅŸtı. Yalnız başına oynar oldu.
Ali’nin ailesi varlıklı deÄŸildi ama yoksul da deÄŸildi. Köydeki birkaç radyodan biri Alilerin evindeydi. Ali arkadaÅŸları ile oynaması zorlaşınca zamanının çoÄŸunu radyo dinleyerek geçirmeye baÅŸladı. O zaman daha yurdumuzda televizyon yoktu. Radyodan büyükler haber dinlerken çocuklar türkü, ÅŸarkı dinlemek için fırsat kollarlardı. Ali sabahları çıkan “yurttan sesler” programını kaçırmazdı. Ali’nin dinlediÄŸi türküler tekrar tekrar çıkınca onlardan bazılarının söyleniÅŸini de sözlerini de öÄŸrendi. Yalnız başına oyun oynarken bu türküleri de söylemeye baÅŸladı.
Ä°lkokulu beraber okuduk. O kadar kalabalığın içinde Ali yalnızdı. O öteki arkadaÅŸları gibi koÅŸamadığından koÅŸulması gereken oyunlara giremiyordu. Bazen de girmek istese arkadaÅŸları onu almazlardı. Alsalar bile Ali’nin koÅŸuda kazanma ÅŸansı olmadığı için oyunu kaybediyordu. Devamlı kaybedilen oyunun tadı kalmayınca Ali arkadaÅŸlarıyla oyun oynamaktan soÄŸudu. Yalnız oynamaya alıştı. Buruk bir alışkanlıktı bu. Bu duruma üzüldü. ArkadaÅŸlarına küstü. Hayata küstü. Ä°çine kapandı. Kapalı bir kutu oldu. Ä°ç dünyasında kendine hayali arkadaÅŸlar bulmaya baÅŸladı. Yalnız başına oynarken onlarla konuÅŸur oldu. Onun kendi kendine konuÅŸmasına arkadaÅŸları da alıştı. OlaÄŸan görmeye baÅŸladılar. Onun cinlerle konuÅŸmuÅŸ olacağını düÅŸündüler. Lakabını Cin Ali koydular. Oyunda arkadaÅŸlarına katılamayan Ali sınıfta da derslere katılamadı. Sınıfta da yalnız kaldı. Köy okulu olduÄŸu için sınıf kalabalıktı. BeÅŸ sınıf bir aradaydı. ÖÄŸretmen ise asıl mesleÄŸi baÅŸka, geçici bir öÄŸretmendi. Asıl mesleÄŸi öÄŸretmenlik olmayan birisi okula geçici öÄŸretmen olarak gönderilmiÅŸti. O zamanlar böyle uygulamalar var idi. Neyse, geçici öÄŸretmen çocuklarla gerektiÄŸi gibi ilgilenemedi. Ali ile de yeteri kadar ilgilenemedi. Evde dersen ana baba kara cahil. Ali birinci sınıfta okuma yazmayı öÄŸrenemedi. Bakarak yazı yazmasına alışmıştı. Kitaptaki ya da karatahtadaki yazıyı bakarak deftere kopya edebiliyordu. Her harfe teker teker bakmadan yazamazdı. Okumayı sökememiÅŸti. Bir yıl boÅŸuna gelip gitmiÅŸ oldu. Ä°kinci sınıfta da havanda su dövdü. Üçüncü sınıfta da boÅŸ çuval, boÅŸ ambar… Bir varlık gösteremedi.
Ali’yle dördüncü sınıfa geçtiÄŸimizde o geçici öÄŸretmen gitti, yerine baÅŸka bir öÄŸretmen geldi. Yeni öÄŸretmenin adı da Ali’ydi. Yeni ÖÄŸretmen her çocukla ayrı ayrı ilgilendi. Topal Ali ile de iyi arkadaÅŸ oldu. “Adaşım benim!” diye yakınlık gösterdi.
Yeni öÄŸretmen Ali ile ilgilenmeye baÅŸlayınca ne düÅŸündüm, biliyor musunuz? “Hani arkeolog da denilen kazıbilimciler bazı ören yerlerinde kazılar yaparlar. Orada yüzlerce yıldan beri karanlıkta yatan bazı çok deÄŸerli eserleri, deÄŸerli maden ve paraları gün ışığına çıkarırlar. Müzelerde insanların hizmetine sunarlar. O gömüler yıllarca sene yer altında dursa bir iÅŸe yaramaz. Ne zaman gün ışığına çıktı, varlığı, deÄŸeri anlaşılır.”
“Acaba” dedim, “insan dediÄŸimiz varlık da bu ören yerlerine mi benziyor? Ä°nsanın içinde de ören yerlerinde olduÄŸu gibi deÄŸerli cevherler, yetenekler mi bulunur? Bu yetenekler nasıl açığa çıkarılır? Okullarda çocuklarımıza çok bilgi öÄŸretmek mi gerekli, yoksa içlerindeki yeteneklerin açığa çıkmasına yardımcı olmak mı gerekli? Yani onlara balık mı verelim yoksa balık tutmasını mı öÄŸretelim?”
…
Yeni öÄŸretmen Ali ile ilgilenince onun arkadaÅŸlarından kopuk, çekingen, içe kapanık biri olduÄŸunu gördü. ArkadaÅŸlarının onu dışlamaması için ortak yanlarını aradı. ArkadaÅŸlarının ilgisini çekebilecek neyi olabilirdi? Bunun için Ali’nin arkadaÅŸlarıyla paylaÅŸabileceÄŸi bir ÅŸeyi olmalıydı. Var olan ama arkadaÅŸlarına duyuramadığı, gösteremediÄŸi neyi vardı Ali’nin? Ali bir kapalı kutuydu. ÖÄŸretmen bu kapalı kutuyu açıp içine görmek istedi. Ali’nin içinde hangi cevherler var bilmek istedi. Bunu anlayabilmek için ÅŸakadan sorular sordu: “Neyi seviyorsun, neyi sevmiyorsun?” “Evinizde Van kedisi var mı?” “Yok.” “Kangal köpeÄŸiniz var mı?” “Yok.” “Sazın var mı?” “Yok.” “Peki, Ali neyin var senin?” Yok, yok, yok… “Ali sen de çok yoksulmuÅŸsun!” Çocuklardan biri bu “yoksul” sözüne karşı çıktı:
“ÖÄŸretmenim Ali yoksul deÄŸil, çok zengin.”
“Ne zengini?”
“Türkü zengini. Ali’nin türkü daÄŸarcığı tıka basa dolu.”
“Gerçek mi?”
“Gerçek. ÖÄŸretmenim Ali’nin güzel sesi de var.”
“Gerçek mi?”
“Gerçek. Hem çok türkü bilir hem güzel söyler.”
“Ä°nanmıyorum!”
“Ä°nanın. Alilerin evinde radyo da var. Ali radyodan çok türkü öÄŸrenmiÅŸ.”
“Sahi mi?”
“Sahi. Sınıfta en çok türkü bilen çocuk Ali.”
ÖÄŸretmenimiz duyduklarına sevindi. “Kör arar bir göz, Allah vermiÅŸ iki göz…” diye söylendi. Gelip Ali’nin önünde durdu. Gözlerinin içine baktı.
“Ali duyduklarım doÄŸru mu?”
Ali mahcup oldu, yüzü kızardı. Utangaç baktı, sonra boynunu yana eÄŸip gözlerini kaçırdı. Öteki çocuklar:
“ÖÄŸretmenim Ali bir türkü söylesin de dinleyelim.”
ÖÄŸretmen Ali’ye gene sordu:
“Ali söyler misin?”
Ali ne diyeceÄŸini ÅŸaşırdı. Türküyü söylemek istedi ama heyecandan söyleyemedi. Sanki dili tutulmuÅŸtu. Yanaklarından boncuk boncuk terler aÅŸağıya döküldü. Ali siyah önlüÄŸünün kol ucuyla terleri silip yüzünü, gözlerini kuruladı. Kekeledi:
“ÖÄŸretmenim u, u, u, unuttum.”
“Tamam, anladık. Unutmamak için sana bir defter vereceÄŸim. Deftere türküleri beraber yazacağız. UnuttuÄŸun zaman deftere bakıp hatırlayacaksın. Tamam mı?”
“Ta, ta, ta tamam öÄŸretmenim.”
Ali’nin okuma yazma bilmediÄŸini yüzüne vurmadık. Ali’nin bildiÄŸi en kolay türküyü Ali söyledi öÄŸretmeni defterin ilk sayfasına yazdı:
Dere geliyor dere
Ya lele ya lelel
Kumunu sere sere
Yalelelellim
ÖÄŸretmen Ali’ye bir defter daha verdi.
“Ali bu türküyü unutmamak için ÅŸu deftere bir de sen yazacaksın.” dedi. Sonraki gün öÄŸretmen dersleri kontrol ederken Ali’nin defterine biz de baktık. Türküyü deftere özene bezene yazmış, kenarlarını da çiçeklerle süslemiÅŸti. Çiçeklerin arasında kelebekler de vardı. Biz daha istemeden Ali sordu:
“ÖÄŸretmenim türküyü okuyayım mı?”
Biz alkışlayınca öÄŸretmenin oku demesine gerek kalmadı. Ali önündeki deftere baka baka okumaya baÅŸladı.
“Dere geliyor dere”
Tekrarlanan “Ya lelel ya lelel” kısmına öÄŸretmenin el iÅŸaretiyle türküyü bilen sınıf arkadaÅŸları da katıldı. Böylece bir satır Ali söyledi, bir satır sınıf söyledi. Sınıf arkadaÅŸları onu yalnız bırakmamıştı. Sesi sahiden güzeldi. Türküdeki güzellik sadece Ali’nin sesinden gelmiyordu. Ali içten, yürekten söylüyordu. YüreÄŸindeki bir duygu selinin dışarı akışıydı. Türkü bitince Ali gene terlemiÅŸti. ÖnlüÄŸünün kol ucuyla terlerini gene sildi. Tekrar alkışladık. ÖÄŸretmen:
“Ali bu türküyü yazdık, çalıştın, unutmadın. Åžimdi de yarın okuyacağın türküyü yazalım, olur mu?”
“Olur öÄŸretmenim. Ama ben bakmadan yazamam”
“Olsun. Benim yazdığıma bakarak yaz. Yakında bakmadan yazacaksın.”
O günden sonra Ali’nin türkü defterine her gün bir türkü yazıldı. Ali de o türküyü baÅŸka deftere yazıp kenarlarını allı morlu çiçeklerle süsledi. Sonraki gün de türküyü söyleyip alkışı topladı. Ben o günlerde yeni bir ÅŸey daha öÄŸrenmiÅŸtim. EÄŸitimin, öÄŸrenmenin olmazsa olmazı sevgiydi. Ali’yle öÄŸretmeni iki adaÅŸ arkadaÅŸ oldular. Ali öÄŸretmenine mahcup olmamak için ödevini her gün aksatmadan yaptı. Ä°lkin baka baka yazıyordu. Türkülerdeki bazı sözcükler tekrar tekrar yazılınca sözcük harfleri Ali’nin aklında kaldı. Sonradan bakmadan yazmaya baÅŸladı. Hem bakmadan yazabiliyordu hem de okumaya baÅŸlamıştı. Ali türkü defteri sayesinde okumayı da yazmayı da sökmüÅŸtü. Otuz yapraklı türkü defteri de öteki çalışma defteri de iki ay sonra dolmuÅŸtu. Ä°ki ay sonra nasıl oldu kimse bilmez, Ali yalnız defterdeki türküleri deÄŸil, kitaplardaki diÄŸer yazıları da okumaya baÅŸlamıştı. Onun kitap okuduÄŸunu gören arkadaÅŸları ÅŸaşırmışlardı.
“Ali sen okuma yazmayı ne zaman öÄŸrendin?” diye soran arkadaÅŸlarına somurtarak bakmıyordu artık. “Önemli deÄŸil” der gibi gülümseyerek cevapladı:
“KendiliÄŸinden oldu. Ben de ÅŸaşırdım.”
Ali türkü defterinin yardımıyla içindeki gizli iki yeteneÄŸini bulup açığa çıkarmıştı. Hem okumaya baÅŸlamıştı hem de türküleri yanlışsız söylüyordu. Bu yetenekler artık harabelerin derinlerindeki deÄŸerli ama kimsenin bilmediÄŸi hazineler gibi karanlıkta kalmayacaktı. Karanlıktaki gizli hazine gün ışığına çıkmıştı. Ali’nin kendini, yeteneklerini tanıyıp açığa çıkarması nasıl olmuÅŸtu? Dört senede okuma yazmayı öÄŸrenemeyen Ali iki ayda bu iÅŸi farkında bile olmadan nasıl baÅŸarmıştı? Tereyağından kıl çeker gibi kolayca iÅŸin içinden nasıl çıkmıştı. Severek yaptığı iÅŸ Ali’ye kolay mı gelmiÅŸti? Acaba yeni öÄŸretmenimizin Ali’ye gösterdiÄŸi arkadaÅŸca yaklaşımının bu sonuçta payı var mıydı?
Ders yılı sonunda yapılan yılsonu eÄŸlencesine önceden hazırlıklar yaptık. Ben dördüncü sınıfta olduÄŸuma göre saz çalmasını düzene sokmuÅŸtum. Babamın evimizdeki sazını okula getirdim, Ali ile beraber türkülere çalıştık. Ben saz çaldım, Ali türküler söyledi; ders yılı sonu eÄŸlencesine hazırlık yaptık. EÄŸlencede ÅŸiirler, fıkralar, oyunlar, yarışlar bir de piyes vardı. Ama en çok alkışı Ali ile benim hazırladığım türküler topladı. Ali’nin bu baÅŸarısından dolayı öÄŸretmenimiz ödül olarak hem ona hem bana birer türkü kitabı verdi. Ali de kendi yazısıyla yazdığı türkü defterini bana armaÄŸan etti.
“Bende hem öÄŸretmenimizin yazdığı defter var, hem de bir kitabım oldu. Defterin biri fazla, sende kalsın.” dedi.
…
Kitaplarımı dolaba yerleÅŸtirirken Ali’nin Türkü Defterini ayırdım. Dolaba koymadım. Küçük bez bir çanta içine koyup duvardaki sazımın yanına astım. Bu defter benim için önemliydi. Bu defterin içinde gayret vardı, sevgi vardı. Severek yapılan bir çalışmanın sonundaki baÅŸarı vardı. Arada bir defteri açıp, sayfaların karıştırıp bu gayreti, severek yapılan bu çalışmanın sonundaki baÅŸarıyı görüyordum.
…
http://alivarolblog.blogspot.com/p/oykuler.htmlA