CORPORATE
Mehmet KOCAAKÇA Yazarın Tüm Yazıları
Mehmet KOCAAKÇA
YALNIZIÄžIMIZ
Mehmet KOCAAKÇA
Başım dertte kıvranıyorum, bir bilinmezlik içindeyim kırk dereden su getiriyorum, düÅŸüncelerin derinliÄŸine iniyorum, daldan dala konarken hesaplar yapıyorum ama yine de soÄŸuk yalnızlığın ortasında kalıyorum. Çareler ararken derdime tanıdık bir yüz, uzanacak bir el arıyorum. Yalnızlığın karanlık sessizliÄŸine gömülüyorum. Söylenecek bir söz, uzatılacak bir dal bekliyorum. Yalnızlığımı bile kendimle paylaÅŸamıyorum. Bir dost, sıcacık bir yürek, gülümseten yüz anımsıyorum. ÇocukluÄŸumun güller içindeki günlerine dalıyorum.
Kalabalık bir ailede aynı yer sofrasında yemek yerken, aynı anda aynı tabaktaki yemeÄŸe kaşık sallarken bile huzurluyduk. YoksulluÄŸun çökeleÄŸine soÄŸan doÄŸrarken, ekmek kırıntılarına ÅŸeker döküp su çilerken biz mutluyduk. Belimizdeki peÅŸtamala ekmek arasına incir kakı katıp yola çıkarken çokça ÅŸeyler aramıyorduk. Bir ocağın başına geçip odunla yanan ateÅŸin altına kumpir, nohut atarken hep birden hayata gülümsüyorduk. Bir tas ayranı yudumlarken, pekmez ÅŸerbeti içerken daÄŸlardan gelen “kar”a, pekmezi döküp kar aşı yerken bin bir çeÅŸit içecekler istemiyorduk. Ä°çilen su da bile “su küçüÄŸün, yol büyüÄŸün” diyerek nezaketi, hoÅŸgörüyü görüyorduk. Soframıza gelen misafirin yemeÄŸini bizden önce yemesi için sıramızı bekliyorduk.
Yoldan geçen tanıdık, tanımadık insanlara “aç mısın, susuz musun?” diye soran, kapısına geleni buyur eden, elde avuçta neyi varsa sofrasında ağırlayan, analarımızı, babalarımızı seviyorduk. Åžehirden, yoldan gelen komÅŸumuza, köylümüze sıcacık yemekleri, çörekleri götürüyorduk. Hastamıza, yaÅŸlı insanlarımıza, analarımızın yaptığı en güzel tarhana çorbasını içirirken onlara, bin yarasına bir merhem olabilmenin duasını alıyorduk. KomÅŸumuz açken, kendimiz tok yatmıyorduk. “Biri yer, biri bakar dünya ondan göçer” diyorduk.
Sadece kendimizi deÄŸil yanımızdaki insanın ne halde olduÄŸunu düÅŸünüyorduk. “Işığı yanıyor mu, dumanı tütüyor mu” diye bakıyorduk. Başında bir iÅŸ olmasın diye endiÅŸeleniyorduk. Bayram sabahı köy meydanına serilen kara çulların, alalı dokunmuÅŸ Yörük kilimlerin üstüne sinileri getirip, sofraları seriyorduk. Birlikte olmanın birlikte yemenin mutluluÄŸunu yaşıyorduk.
Yalnızlığımızı gönül soframızda eksiklerimizle, fazlalıklarımızla birbirimizi tamamlıyorduk. Olanla, olmayanla paylaşıyorduk. Bir yudum suyu da sunuyorduk, bir tas ayranı da… Bir çingil üzümü de, bir dilim ekmeÄŸi de, birkaç cevizi de, beÅŸ on bademi de insanımıza uzatıyorduk. Ama mutluyduk; yalnızlığımızı gün ışığı gibi sıcacık, içten, doÄŸal paylaşıyorduk. Hiçbir beklentimiz yoktu, çıkar hesabını bilmiyorduk.
Birinin başına iÅŸ gelmiÅŸse cenazesinde, düÄŸününde, belasında, kazasında bir bir, birden çoÄŸalıyorduk. Kötü gün dostu deÄŸildik. En kötü günde de en iyi günde de insanımızın yanında duruyorduk. AteÅŸin içinde kalan köylümüz için düÅŸünmeden, gözümüzü kırpmadan alevlere atılıyorduk. Evi yanan köylümüze elimizi uzatıp yüreÄŸimizi açıyorduk. Ä°mece diye bir sözcük biliyorduk. Ä°ÅŸi olmayan, iÅŸi gücü olsa da kendi derdini bırakıp komÅŸusunun yarasını sarmak için yanındaydık. “Ev yapana Allah da yardım eder” derdik; hep birlikte kadınlı, erkekli bir yerde taşını tutuyorduk, bir yerde harcını karıyorduk, ustalarımız kapısını, penceresini yapıyordu, sıvasını atıyordu, tahtasını çakıyordu ve en kısa zamanda yetiÅŸtirmeye çalışıyorduk. Gönül iÅŸçiliÄŸimizi severek, isteyerek nakış gibi iÅŸliyorduk. YardımlaÅŸmanın, dayanışmanın ve birlik içinde dirlik olmanın, “bir elin nesi var iki elin sesi var” sözünün hayata resmini yansıtıyorduk.
Dizimizin dibindeki, gözümüzün önündeki insanlarla paylaÅŸamadığımız zenginlikte istemiyorduk. Ne para ne bir teÅŸekkür bekliyorduk. Kendi insani duygularımızı dışa vurup, kendi insanımızın boynu bükülmeden bir an önce el içine katılmasını istiyorduk. Evlerimizin bir köÅŸesinde hiç kullanmadığımız eÅŸyaları, az ya da çok, gönülden ne kopuyorsa veriyorduk. Birimiz yastığını, birimiz döÅŸeÄŸini, birimiz yorganını, kimimiz kaşığını, bıçağını; kimimiz tenceresini, sinisini; kimimiz çulunu, kilimini evi, yüreÄŸi yanan insanımıza taşıyorduk. Öyle ki ocağında ateÅŸi yansın diye elinde verecek hiçbir ÅŸeyi olmadığı halde, yoksulluÄŸun gururuyla bir sabun kalıbını, bir kibrit kutusunu dahi komÅŸusuna veren yaÅŸlılarımızı tanıyorduk. Bunları yaparken, bu duygularla yaÅŸarken kendimizle gururlanıyorduk.
Ne gidecek yolumuz vardı, ne de binecek araçlarımız; ama yine de patika yollarda kendimizin ya da yanımızdaki insanların yükünün altına girip omuz veriyor, yüreÄŸimizi koyuyorduk. Bir eksiÄŸi için kapısına gelene “sana lazım olan bana haram” deyip önceliÄŸi ona verirdik. Tarlasını ekerken, “öÄŸünen öküz dönüm başını dönemez” derken bir iki çiziyi ekenin yerine dönüm başına kendimiz gidip geliyorduk. Biri duvarını örerken, çalısını örterken, habersiz de olsak yoldan geçerken inip yardım etmeyi esirgemiyorduk.
Harman zamanı kendi yorgunluÄŸumuzu unutup oraklara sarılır, arpayı, buÄŸdayı biçiyorduk. GüneÅŸin baÄŸrında yabayı, dirgeni alıp ellerimize, ekin destelerini taşıyıp saman savuruyorduk.
Yamalı, yırtık donlarımıza, fistanlarımıza aldırmadan çocuk günlerin coÅŸkusunu yaÅŸarken gocunmuyorduk. Yırtılan kara lastik ayakkabılarımızla da yalın ayaklarımızla da koÅŸuyorduk. Bakan gözlerde bile küçümsenmiyorduk. En küçüÄŸünden en büyüÄŸüne hal, hatır sorup, gönül alabiliyorduk.
Evdeki yastığın altına saklanan paraları “ak akçe kara gün içindir” deyip en zor gününde dara düÅŸen insanımız için saklıyorduk. Bir selam göndererek uzaktaki iÅŸimizi gitmeden halledebiliyorduk. En zor anımızda “gün doÄŸmadan, neler doÄŸar” diye başımıza gelebilecek iyiliÄŸe, kötülüÄŸe karşı umudumuzu koruyorduk. Ä°ÅŸte, yalnızlığımızı hep birlikte paylaşıyorduk.
Ama ne olduysa bir anda her ÅŸey deÄŸiÅŸti. ÇocukluÄŸumdan bugüne gelince umudum azaldı, git gide yalnızlığın pençesinde kaldık. Görüyorum ki yalnızlığı bir ben yaÅŸamıyorum ve herkes kendi derdine düÅŸmüÅŸ dünya iÅŸinde, sonsuz bir koÅŸturmaca... Birinci önceliÄŸi maddiyata verip, üretmeden tüketen bir toplumun içinde yalnızlığa sürükleniyoruz. Bir selamı dahi esirgeyen, her adımı çıkarı için hesaplayan, kendi insanına, anasına, babasına, kardeÅŸine bile sahip çıkmayan, dürüstlüÄŸü, hoÅŸgörüyü, sevgiyi, saygıyı en sona bırakan ve her düÅŸüncesinde kurnazlıklarını yansıtan toplumun arasında hepimiz gittikçe daha da yalnızlığa koÅŸuyoruz. Dünya nimetlerinin bütün bolluÄŸunu yaÅŸarken, teknolojinin esiri olduk. ArkadaÅŸlıkları, dostlukları artık sanal dünyada arıyoruz. Öyle bir yere geldik ki yaÅŸarken hiç durmadan kendi yalnızlığımıza kürek çekiyoruz.
Hiç kimsenin alınmasına gerek yok artık hepimiz aynı yoldan ilerliyoruz. Gidilen yolun elbet bir gün bir dönüÅŸü de olacaktır. Biraz düÅŸünce derinliÄŸine dalın ve çevrenizdeki sevdiÄŸiniz insanlara biraz ilgi gösterin, azıcık zaman ayırın, arada da olsa hatırlayın, acısında, sevincinde onlara ortak olun. Var gününde, dar gününde, hastalığında, saÄŸlığında yanında durun ki akan suyun yatağını bulurcasına, sizin de yalnızlığınızda, sular size doÄŸru aksın…
Sizi paylaştığınız yalnızlığınızla baş başa bırakıyorum...