Mehmet KOCAAKÇA Yazarın Tüm Yazıları
Mehmet KOCAAKÇA
AHMETLER'Ä°N GAR'ALISI
Åžimdi Bizi Kim Güldürecek?
Hepimizi gülümseten Ali Kara, bu kez bizi aÄŸlattı! Sen bizi çok güldürdün Kara Ali, yerinde seni de Allah güldürsün!
Farklı, renkli, aykırı, ayrı, samimi, içten bizden kendi içimizden biri yüzümüzdeki mutluluÄŸu ve yüreÄŸimizdeki huzuru resmeden adam ve de gülmenin Ahmetler semalarında notasını yeniden yazan adam…Gülümse gülüÅŸünde canlansın köy meydanı, Aldürbe’de duyulsun kahkahaların; gülüÅŸünde çınlasın köy içi; gül ki yaÅŸamın güzelliÄŸine yol göster. Gülen adam, “deli oÄŸlan”, “karaca oÄŸlan”, “bizim oÄŸlan”; güllümse mavi gökyüzündeki bulutların arasından, senin gülüÅŸünün gölgesinde duralım. Gülümse, bir an gibi gelip geçtiÄŸimiz dünyadan.
AkdaÄŸlar habersiz gidiÅŸine eridi, gülüÅŸüne çiçekleri dizildi, yokluÄŸuna kardelenler eÄŸildi. HoÅŸ sohbetine çoban evlerinde ateÅŸler yükseldi. Åžakalarına; gülmeyi unutanlar, ununu eleyip eleÄŸini asanlar bile gülerdi. Unuttuklarımızı, anılarımızı ve yaÅŸadıklarımızı tatlandırarak, ballandırarak resmederdi. Her yaşında Ahmetler tiyatrosunun sahnesindeydi, çocuklarla yedisinde, yaÅŸlılarla yetmiÅŸ yedisindeydi.
Köy uyanırdı matem havasından, morali bozuk surat asanlar onun sesinde ÅŸenlenirdi. Ä°ÄŸneli ya da tatlı sözleriyle güldüren, lafını esirgemeyip söyleyen, söyledikleriyle düÅŸündüren köyün derviÅŸiydi. Kalbinden geçeni sözünü eÄŸip bükmeden, hatalarını bile insanların yüzüne ÅŸamar gibi indirirken köyün delisiydi. Cami avlusunda bekleyen cemaat onun ÅŸakalarındaki sözlerin etkisindeydi. Çünkü ÅŸakalı sözlerin arasında gerçekler gizliydi.
Uslanmayan, dur durak bilmeyen, lafını esirgemeyen, deli dolu, kafasını estiÄŸi gibi hareket eden haylaz, bir o kadar da yaramaz çocuk ruhlu köyün Gara Ali’siydi o. Köy meydanı onun geliÅŸinde ve kahkahalı gülüÅŸünde akıp gelen pınar gibi eÄŸlenceydi. Ä°nsanların yüreÄŸini coÅŸkuyla saran, sevgiyle açan bahar sevinciydi. Onun sözlerinde ve ÅŸakalarında gördükleri kendileriydi. Anlattığı konuların içinde, gelmiÅŸ geçmiÅŸ anıların peÅŸinde duymadığı ve bilmedikleriydi. Aslında görmediÄŸimiz ve bilmediÄŸimiz daha önce yaÅŸanılan hatıraları bize yansıtan ayna gibiydi o. Ä°çinde bulunduÄŸumuz anı ve duymadığımız olayları bize anlatan haberciydi. HoÅŸ sohbetinde, ÅŸakalarında ve sözünde kendimiz, canımız, diÄŸer yanımızdı, içimizden biriydi. Hiç yabancı kalmadık onun yanında.
Gülümseyen yüzünü gösterdi bize yaÅŸamın hüzünlü akışında. Gara Abdullah’ın Deli oÄŸlan yanımızda. Sözleri iÄŸneliyse Deli Ali karşımızda. Duyduk duymadık demeyin, ne derse inanıp dinlemeyin, köyün delisi aramızda. Tatlandırıp ÅŸeker bal ederse Gara Alı gönül tahtımızda. GülüÅŸünde kendimizi gördüÄŸümüz ve sözünde kendimiz bildiÄŸimiz Ali Kara hep yürek atışımızda.
Dünyaya bu kadar gülerek ve ÅŸakalarıyla yaÅŸadığımız anılara imza atan adamın ani gidiÅŸini çok arayacağız Ahmetler diyarında. Onun sesindeki canlılığı ve paldır küldür bağırışla, varlığını arayacağız köy meydanında. Hayatı o kadar ciddiye alan ve kendi etrafına bile gülmeyen insanları gülümseten adamı çokça ararız çocuk ruhumuzda. GülüÅŸündeki heyecanlı tok sesinde yaÅŸamın güzelliÄŸi görünürdü, karlı daÄŸlarda, suların akışında ya da çiçekler açmış, serilmiÅŸ bahar gibi karşımızda. Söverken bile gülerdiniz karşısında. Söz söylemesine gerek kalmadan gıdıklanıp gülenleri gördüm bakışında.
Onun hayata, insanlara ve olaylara bakış açısı herkesten ayrıydı aramızda. Hep isyan etmiÅŸ Ahmetler’de yokluÄŸa ve yoksulluÄŸa ver elini kaçmış baba ocağından Antalya’ya. Haksızlıklara da hep karşı durmuÅŸ yaÅŸamında. Deli dolu, çocuk ruhundaki yaramazlıkları, onun en güzel sevgi anahtarı aslında. Herkese kucak açarken sevgisinde saygısında ve selamında, sabahında ayrılığımız yok insanlığımızda. Bir tebessümü çok görenlere inat gülüÅŸünde aydınlandı yüreÄŸimiz.
Sözünde bitmeyen hikâyelerin içinde yer edinirdi benliÄŸimiz. Türkçesi düzgün, söyledikleri anlaşılır, akıp giden nehir gibi coÅŸkuyla dinlerken onu, kendimizi bulurduk onun hatıralarında. Gün yüzüne çıkmamış anıları hikâye eder, kitap özeti gibi aktarırken gün görmemiÅŸ lafları da eklerken hikâyeye yeni bir tat veren ya da yaÅŸanılanların yeniden notalayan orkestradaki ÅŸef gibiydi. Evden çıkınca köy içine gördüÄŸü herkese söyleyecek bir sözü olur, herkese çatardı. Olmadık lafları söyleyerek hem kızdırır hem de güldürürdü karşısındakini. Söylediklerini sonra algılayanlar düÅŸünce suçu iÅŸlemiÅŸ de, kaçak aranıyordu sanki. Cami avlusunda ya da odanın önünde gördüklerine daklaşırdı. Ä°ÅŸlediÄŸi suçları ÅŸamar gibi sözlerle yapıştırırdı:
“Hırsız Ali, boÅŸuna camiye secdeye yatmayın, Allah’ı kandırıp el açmayın, imamı cemaati de katmayın sizi toprak kabul etmez” veya “Biseel münafık toplanmışsınız, zikir yaparsanız” derken etrafındaki herkes kahkaha ÅŸenliÄŸine katılırdı. “Kul hakkı yiyen, yalan söyleyen nerde hile horda yapan varsa camiye koÅŸar” diye takılır, gülüÅŸlerin arasında çeÅŸmenin oradan aÄŸrı gelen “Ulan Koca Osman, sen de mi bunlara uydun yoksamına?” deyince kahkaha perdeleri bir açılıp kapanırdı. YaÅŸar hocaya denmedik sözleri yüzündeki sevecen gülüÅŸüyle “Hocam, beni de ÅŸeytan yerine taÅŸlasan olmaz mı? Duydum ki sevabı fazlaymış.” Diyebilecek kaç kiÅŸi var aramızda? Köyümün insanları onun ÅŸakalarına gülüyordu. Köy meydanında sanki tellal çağırır gibi;
“YaÅŸar hocayla Hasan hocayı Saklarönü’ne gömüp öyle gideceÄŸim bu dünyadan” diyerek yaöamı ti’ye alan kim kaldı?
Kendi ÅŸakasında göle maya çalan Nasrettin hoca misali, önce kendisi gitti Saklarönü’ne.
Köyün içinde gezerken gördüÄŸüne sataşırdı. Ä°nsanların yüreÄŸinin içine bir kıvılcım gülümseme bırakırdı. “Ulan mendebur herif, gece benimle mi yattın ne bu suratın böyle?” deyince etrafta gülüÅŸmeler uçuÅŸurken “Vallahi avrat olsam, sana zırnık koklatmam” deyip gülüÅŸlerin uzamasına sebep olurdu.
AÅŸağı mahallede kahkahalar kesilmeden, yukarı mahalleden gülüÅŸler baÅŸlardı. Ä°nbaşı’nda sesiyle, ÅŸamatasıyla, düÄŸün ÅŸenliÄŸinde, davula ilk vuran o olurdu. Üzülen, kırılan ve hüzünlü ruhumuzun ilacı gibi gülerek ÅŸen ve ÅŸakacı tavırlarıyla gönlümüze güneÅŸ gibi doÄŸardı. Onun sözlerinde ve gülüÅŸünde; kırılmış kalplerimiz, yanan bedenimiz su serpilmiÅŸ gibi ferahlayıp dinginleÅŸirdi. O etrafını ateÅŸ çemberi gibi insanlarla çevirirken hoÅŸ sohbeti ile bizler dünyanın yükünü derdini ve tasasını üstümüzden atmış her ÅŸeyi unuturduk. Bilirdik ki o bizi bilinmez bir yolculuÄŸun yolcusu yapıyordu.
Atatürkçü kimliÄŸi ve Galatasaraylılığıyla renkli kiÅŸiliÄŸini asla saklamazdı. Onunla konuÅŸmak ve sohbet etmek yaÅŸamın içinde zamansız yitip giden an be an olurdu.
Köy meydanındaki zeytin aÄŸacının gölgesinde otururken Ali Bekçi, camiye doÄŸru gidiyor. Gara Ali hemen lafı atıyor:
“Ali emmi, gel etme eyleme, borcunu bana öde.” Ali bekçi durur kafa kıvırır, Gara Ali’ye doÄŸru ilerler:
“Ay utanmaz Alı, ne zorun senin, namaz kılman, oruç tutman, Allah’a bu kadar borcu nasıl ödeyeceksin?” derdi. O sırada cami imamı oradan namaz için Ä°ki Ali’nin yanından geçerken Gara Ali “Hah iÅŸte, hocam beri bak hele bir” der. Hoca yanlarına gelirken, Gara Ali banka kredi kartını eline alıp hocaya uzatır:
“Hocam, Ali dayım benim Allah’a borcum olduÄŸunu söylüyor, ÅŸu benim kartı al da benim sevabıma günahıma kartı çek taksitlendirelim” deyince oradaki herkesle birlikte imam baÅŸlar gülmeye. Ama Ali Bekçi “puuuu” sana der. Ä°mam ve Ali Bekçi camiye doÄŸru gülerek giderken Gara Ali tekrar seslenir:
“Benden günah gitti, ben Allah’ın elçisine de yanındaki safına da söyledim. Vebalı boynunuza.“ Artık cami avlusunda, köy meydanında insanların gülüÅŸü yankılanırdı.
YaÅŸadığı her dönem için köyüne duyarlıydı. Yangın sardığında aramızdaydı. HES nöbetlerinde yanı başımızdaydı. Aldürbe Yayla ÅženliÄŸinde, köyün düÄŸününde, cenazesinde, odanın önünde, mahallemizde, evlerimizin önünde, GoramÅŸa’da, TaÅŸharman’da, Dereyüz’de, Bayıryüz’de, GüÄŸlen dağının eteklerinde ve Toroslarda yakılan çoban ateÅŸi gibi kendi ocağımızdaydı.
Elif demiÅŸ tutmuÅŸ elini, birlikte yürüyelim hayat merdivenini, söylemiÅŸ hasretli sevda türkülerini, kıl çadırlar sarayken gelmiÅŸ Sevim’i. Ekmek kavgası, hayatın telaşı, can içinde Cansev’i, umudun, sevdanın ve isyanın dalgalanan ateÅŸi Deniz’ini baÄŸrına almış ömür yolculuÄŸunda.
Benim çocukluÄŸumda Pepe’nin bakkalının karşısında DelibaÅŸ Mustafa’nın evi vardı. Bahçesinde bir gün tahtadan kaşık ve kepçe yapıyordu. Koca Cıba’nın oradan gelen Gara Ali “Boba, boba ben geldim” deyince DelibaÅŸ Dedenin beti benzi atmış, her ÅŸeyi elinden fırlatıp “bu naalet nerden çıktı ÅŸimdi” diyerek hızlıca tahta çardağın kapısalağını da kapatarak eve girmiÅŸti. Gara Ali evin önüne gelince baktı DelibaÅŸ Dedeyi göremese de sözlerini sürdürdü:
“Bobaa anam seni sorar, bobaa seni özledim, bobaa gel sarılalım” derken DelibaÅŸ elinde sopa ile evden hışımla çıkıp Gara Ali’nin peÅŸine düÅŸmüÅŸü ama mümkün deÄŸildi onu yakalaması. Fakat onu her gördüÄŸünde “baba” diyerek ona koÅŸması, DelibaÅŸ’ın öfke ve sinir nöbetlerine girmesine sebep olur, etrafında gülüÅŸmelerin ve kahkahanın fırtınasına tutulurdu.
Ali Kara’nın kendine has bir mizah tarzı vardı. Tabi ki o da bunu biliyor ve milleti güldürmek için yapıyordu. Kendi babası öldükten sonra DelibaÅŸ Dede’ye “Baba” diye söylenmesi herkesin yüzünde silinmez bir gülümseme bırakırdı.
Antalya’da DelibaÅŸ Goca hayatının son yıllarında bir gün hastanede yatıyor. BaÅŸucunda oÄŸulları Ramazan, Osman, Mehmet ve kızı Hatice bekliyor. O sırada hastane koridorunda Gara Ali’nin sesi duyulur:
“Bobam nasıl oldu?”
Ä°çerde hasta yatağındaki DelibaÅŸ Dede canlanır; kızı Hatice Koç’a “Kim kızım o ?” diye sorar.
“Bizim Ali baba, Kara Ali” der. DelibaÅŸ, kendi oÄŸlu Ali’yi beklerken kapıdan Gara Ali kafayı uzatıp;
“Bobaa nasıl oldun?” deyince DelibaÅŸ Dede:
“Bulunmayasıca burda da mı buldu beni?” der. Ama onun geliÅŸiyle matem havası dağılır, yüzlerde gülümseme serilir ortama.
Daha sonra DelibaÅŸ Mustafa ölünce Gara Ali’ye yine eÄŸlence çıkar ve DelibaÅŸ’ın çocuklarına “Babamın mirasından bana pay vermediniz” diyerek gülüÅŸünü ve gülümseyiÅŸini herkese bulaÅŸtırırdı.
Hayatımıza bu kadar renk katan ve gülüÅŸün her türlüsünü yaÅŸatan güzel adam Gara Ali, en sonunda hepimizi aÄŸlattı. Ahmetler köyüne arada bir uÄŸrayan Dedem Korkut, gönülden bir selam yollayan Mevlana, aykırı düÅŸlerini yansıtan Nasrettin Hoca, düzene karşı duran KaracaoÄŸlan, isyan türküleri haykıran Mahsuni Åžerif, haksızlığa karşı bayrak açan Deniz, perdenin arkasından güldüÄŸümüz Hacivat, Karagöz, Yörüklerin kıl çadırında Deli Hacı, evimizde can içinde can yoldaşı, arkadaÅŸ, baba, dede olurken hepimizin yanı başımızda hayata gülümseyen yüzü oydu.
Varlığında hep içimizi ısıtırken yüreÄŸimize ışık tutup ruhumuzu aydınlattı.
Biliyorum ki senin hatıran Ahmetler’in toprağında dilden dile aktarılacak. AkdaÄŸlar’da, Aldürbe’de, GüÄŸlen’de ve köyde gülüÅŸün kalsın bizde. Hayata gülümsedin ya hep bizim yüreÄŸimize esinti gibi su gibi serptin, gülüÅŸün renklerini verdin bizlere. Yine gülümse bizlere gittiÄŸin yerden güzel adam.
Sen herkesi güldürdün, yerinde Allah da seni güldürsün!
Işıklar içinde kal!….
MEHMET KOCAAKÇA