Zehra Özdemir Yazarın Tüm Yazıları
Zehra Deniz ÖZDEMİR Manavgat Doğançam köyünde doğdu. İlkokulu Doğançam'da, Ortaokul ve Liseyi Manavgat'ta okudu. Bursa Uludağ Üniversitesi Ziraat Fakültesini bitirdi. Ahmetlerli Mustafa Özdemir'le evli ve iki çocuk annesi olan Zehra Özdemir, ...
AKLIM KARLARDA KALDI
Zehra Deniz ÖZDEMİR
Köyümde geçirdiğim tatil; kısa ve yağmurlu olsa da gayet güzeldi. O yoğun yağmurlarda bile bahçeye indim, tavukları yemledim, köy içinde dolaştım ve alış verişe çıktım. Çünkü şehir hayatının alıştığımız monotonluğundan sonra anladım ki buraları özlemişim.
Sabah uyanınca babama ısrarla dışarıdaki işleri yapmak istediğimi söyledim. Babam, şemsiyenin yerini göstererek bu yağmurda ne işin var, bekle sonra git demeye çalıştı. Onun kızacağını bilmesem şemsiyeyi bile almayacaktım.
Markete giderken yağmur oldukça fazla yağıyordu. Uzun zamandır yağmurda bu kadar yürümemiştim; yollardan akan sular küçük derecikler oluşturmuştu.
Marketçi tanıdıktı. Beni karşısında görünce biraz köyden ve karşı köylere yağan kardan bahsetti. Evde babamla her şeyi paylaşırız. Markette duyduğum lafları onunla orta yerde paylaşınca;
"Zaten televizyondan hiç haber dinlemeye gerek yok; markete git, bütün lafları ve haberleri öğrenirsin." diyerek bizi güldürmüştü.
Daha yüksekte olduğu için Ahmetler’e yağan kar, bizim köyden Doğançam’dan bile görülüyordu. Ertesi gün hava açılıp günlük güneşlik olunca Güğlen dağı adeta bütün sahile gülümsüyordu.
Derken köyümdeki kısa tatil bitmiş, artık ayrılma zamanı gelmişti. Evimi özlemiştim ama yine de annemi, babamı ve halamı öylece bırakmanın burukluğunu da yasadım.
Babam beni terminale getirdi. Vedalaşma zamanı gelmişti. Eskiden hep ağlardım. Vedalaşmalardan kaçardım. Ama bu defa hiç öyle olmadı. Kendi kendime; “Ben katılaştım mı yoksa? Taşlaştı mı yüreğim?” diye soruyordum. Ama katılaşma değildi bu, güçlenmeydi bence ve bunu fark edince içten içe sevindim. Kendimi daha güçlü hissediyordum. Belki de hiç olmadığı kadar. Demek ki insan isteyince kendini daha iyi hissedebiliyor; bunu yaşayarak anladım.
İşte Konya yolculuğum böyle başladı. Yollara bakıyorum; biz gidiyoruz, yollar gidiyor, zaman da geçiyordu. Otobüste televizyon izleme yerine müzik dinlemeyi tercih ettim. Dinlediğim her şarkı beni alıp götürüyordu bir yerlere… Bazısı öğrencilik yıllarıma, bazısı evime, bazısı da çocukluğumun geçtiği köyüme…
Sonra bir yandan ailemden, köyümden ayrılmanın hüznü, bir yandan da şarkıların sardığı duygularla dolup taşarken birden tanıdık yerler çıkıverdi karşıma. Ahmetler’in ip gibi kıvrıla kıvrıla uzanıp giden yolu karşımda sanki beni çağırıyordu. Evet, benim bir köyüm daha vardı. Ahmetler de beni etkileyen, hayatıma çok şey katan ve her gittiğimde ayrılmak istemediğim bir yerdi benim için. Ama bu kez iki günlük kısa bir tatilde gidememiştim; bu yüzden sadece uzaktan yoluna bakmak nasip oldu. Oradakileri bu kez ziyaret edememenin burukluğuyla içimde garip bir suçluluk duygusu hissettim ama köyüme uzaktan el sallamaktan başka bir şey yapamıyordum.
Daha sonra Manavgat’tan görülen karlı dağların içinden geçmeye başladığımızı fark ettim. Artık karşıdan baktığımız dağlarla iç içeydim. Dağları bu kadar yakından izleme şansına sahip olmak da hoş bir duyguydu.
Şairin karlı dağları kefene benzettiği aklıma gelse de ben hiç öyle düşünmemiştim. Tersine ben beyazı yasama sevincine, temizliğe, saflığa benzetmiştim. Her yer bembeyazdı. Yorgan gibi kaplamıştı. Üstelik üzerinde hiç bir iz yoktu. Eğer biri gelip bu beyaz yorganın üstüne basarsa nasılsa bir iz olurdu. Tıpkı yaşam gibi. Yaşam da bastığımız izlerle aldığımız izlerden ibaret değil miydi zaten…
Beyaz, bu kez bana çok mutluluk vermişti. Ağaçların arasına gizlenmiş, harika uzun beyaz çizgiler, elişi yünlerim gibiydi. Daha da dikkatli bakınca ağaçların yapraksız dallarına tutunan karların sanki bizim de yasama tutunuşumuza benzediğini fark ettim. Hayatımda belki de hiç bu kadar resim çekmek istemedim ama maalesef makinem yanımda değildi.
Kış nedeniyle yaprakları solmuş çalılar vardı ama başka anlamları da vardı bu görüntünün. Kar yüklü beyaz dallar, adeta çılkım çılkım çiçek açmış gibi gülümsüyordu. Nasıl da pozitif enerji almıştım, Allah’ım nasıl da huzurluydum…
Yol kenarlarında, karların arasında, çizgi filmlerdeki gibi akan küçük bir dere, sanki dağların üstünde eriyen kar sularını kucaklayacak gibi hazırdı. Şimdilik durgun olsa da yakında kar sularıyla hareket edecek, kim bilir kaç bitkiye can verecek, kaç kuşu yüzdürecek, kaç hayvanı sulayacaktı… Düşündükçe bunlar insanın içini gülümsetiyordu...
Ben doğadan aldığım bu mutlulukla dolup taşarken bir de baktım ki Seydişehir’e, ardından da Konya’ya gelmiştim. Zaman ne kadar da çabuk geçiverdi, farkına bile varmadan evimize ulaşmıştım. Ama yine de aklım yollarda ve karlarda kalmıştı.