Ali VAROL Yazarın Tüm Yazıları
Ben emekli öğretmen Ali Varol. Yazı yazmayı ve resim yapmayı severim. Manavgat Ahmetler köyünde doğmuş, orada büyümüşüm. Köy yaşamını iyi tanırım ve doğa ile iç içe olmak keyiflidir. Çocukluğumda aileme yardım ederken çift ve harman...
BENİM ŞİTAYİR ARABAM MI VAR?
Ali Varol
Resim yapmayı severim. Bir zamanlar "ekmek eyleyen kadınlar" resmi yaptım bir. Görenler beğendiler.
"Güzel olmuş. Kim bu kadınlar?"
Resmi, fotoğraftan bakarak yapmıştım. Doğruyu söyledim.
" Felanca."
"İyi de bu felancaya hiç benzememiş."
"Bu fotoğraf değil, resim."
"Olsun, gene de benzememiş."
Resim yaparken bu çeşit eleştiriler bizi rahatsız etmez. Ama ben gene de ondan sonra felancanın resmini yapmadım. Herhangi bir insanın resmini yaptım. Neyse ki resim sergide satıldı da eleştiriler sona erdi.
Yazı yazmayı da severim. Duydum ki, köyümüz adına bir site açılmış. Bazı arkadaşlarımız orada yazı yazmaya başlamış. Ben de yazsam olabilir. Hani, köyümüzde yakın çevremizde yaşanmış olaylardan... Dilden dile, ağızdan ağza dolaşıp kulağımıza kadar gelmiş olaylar... Olayları ve kişileri bire bir anlatmak, tanımlamak resim yapmaktan daha farklı.
Burada falancayı anlatırken nelere dikkat etmeliyim? Hangi olayları yazmalıyım; hangilerini yazmaktan kaçınmalıyım? Bazı ölçütlerimin (kriter, kıstas) olması gerektiğini düşünüyorum.
Birincisi, yazdığım yazıyı okuyan olursa ona olumlu bir hava vermeli. Olumsuz düşünmesine neden olacaksa o olayı yazmamalıyım. İyi ve faydalı örnekleri yazmalı; kötü ve zararlı örnekleri yazmamalıyım.
İkincisi, olayları anlatırken, kişilerin kırılacağı, alınacağı olayları anlatmak doğru değil. Hiçbir fayda insan kalbi kırmaya değmez.
Üçüncüsü, komiklik olsun diye "Ali'yle Veli, Hasan Dayı'nın horozunu keserken..." diye anlatırsam kendi başıma çorap örmüş olurum. Bu hem kötü bir örnek, hem de birilerini suçluyor. Hasan Dayı dese ki:"
Nerden biliyorsun da yazdın sen benim horozumun kesildiğini?" Ne cevap verebilirim ben? Hadi bir de Hasan Dayı'nın Ali'yle Veli'yi mahkemeye verdiğini düşünelim... Beni de şahit yazdıracaktır... Aldık mı başımıza düpdüz yolda püsküllü belayı? Ayıkla pirincin taşını ayıklayabilirsen.
Ne demiş atalarımız: "Paran çoksa kefil ol; zamanın çoksa şahit ol!" Mahkeme kapılarında sürüm sürüm sürün ondan sonra şahitlik yapacağım deyi... Yok yok, böylesi baş ağrıtacak yazılar yazmaya gerek yok. Ancak olayın anlatılmasında olumlu düşünceler varsa, fakat kişiler alınacaksa bu alınmayı önlemek için isim değişikliği yaparak anlatmalıyım. "Bir zaman, bir yerde, birileri" gibi yuvarlak sözlerle olaylar anlatılırsa kimse üstüne almaz.
Şimdi bu ölçütlere (kriterlere) uymaya çalışarak köyümüzden Sarı Mustafa Amca'nın "Benim şitayir arabam mı var?" dedirten yaylaya çıkı götürme olayını anlatmaya çalışayım bakalım nasıl bir yazı çıkacak.
(Çıkı: İçine bir şeyler bağlanmış bez, hediye paketi, çıkın.)
YAYLAYA ÇIKI YOLLAMA
Ya da "Benim şitayir arabam mı var?"
Sitemizin geleneklerimiz bölümünde atalarımızdan kalan ve yaşatmamız gereken güzel miraslardan birkaçını anlatmıştım. Yaylaya çıkı yollama da bu güzel geleneklerimizden biridir.
Ne güzel bir davranıştır insanın bir vesile ile bir yakınına ya da bir sevdiğine bir hediye vermesi. Hediyeyi hem veren mutlu olur, hem alan. Ne güzel bir duygudur bir yakını tarafından hatırlanmak, unutulmamak. Hediye bir yere yollanıyorsa hediyeyi getirip götüren de bir yakınına iyilik yapmanın verdiği keyfi yaşar.
Yaz gelince bizim köyümüz insanlarının bir kısmı hayvanlarıyla yaylaya göçer; bir kısmı da köydeki işleri yapmak üzere köyde kalır. Hatta bir ailenin bile bir kısmı yaylaya gider, bir kısmı köyde kalır. O sene Sarı Mustafa Amca'nın oğulları ile karısı yaylaya gitmiş, kızı ile kendi köyde kalmıştı. Harman sonu köyde işi kalmayanlar köyün sıcağından kurtulmak için yaylaya kaçar. Ama köyde bağı bahçesi olanların bir kısmı köyde kalır. Sarı Mustafa Amca da bağ bahçeye bakması için kızını köyde bırakmaya kendisi de merkebine bir yük un yükleyip yaylaya gitmeye karar verdi.
Bu yaylaya gelip gitme işleri genellikle ya harman sonu olur ya incir üstü olur. Köyden biri yaylaya gidecek oldu mu konu komşu onunla yayladaki yakınına selam yollar. Genellikle kuru kuru selam yollanmaz. Yaylada olmayan köyde olan ne varsa bir beze çıkılanır, (bağlanır) yollanır. Yaylaya gidecek olan da bunu komşu hatırı için götürüverir. Aynı şekilde yayladakiler de birileri köye gidecekse onunla çam sakızı çoban armağanı bir şeyler çıkılayıp yollar.
Sarı Mustafa Amcanın yaylaya gideceği köyde duyulur. Köyümüzde doğuştan gazetecilik yeteneği olan birkaç kadın vardır. Bunlar önemli haberleri hemen herkese duyururlar. Bunlardan biri sokak arasında komşusuna şöyle haber verir.
"Ayşe Aba duydun mu, Sarı Mustafa Emmi yarın yaylaya gidecekmiş."
Komşusu sevinir.
"Deme gız. Ay yeğen, bir çıkı hazırlasam götürüverir mi(y)ki?"
"Ne var da götürüvermeyecek canım. Bir çıkıdan eşeğinin nalı mı düşecek?"
Haberi veren kadın gider. Ayşe Aba'nın yanına Gök Hatice gelir.
"Ayşe Aba nişlen?"
"Heç, nişleyeyim. Sarı Mustafa Aga yaylaya gidecekmiş de bizim çocuklara yollamak için bir çıkı hazırlıyom."
"Sahi mi gız? Eyolacak hastanın tokdur ayağına gelirimiş. Ben de bobamgile bir selede orak armudu yollayayım diyordum. Bu haberi duyduğum çok eyi oldu."
Gök Hatice bir sele orak armudu hazırlamak için evine doğru giderken önünden Gül Ayşe gelir. Gül Ayşe Gök Hatice'nin ellerinden tutar.
"Ay Hatice Aba ben de seni arıyordum gız! Seni gökte ararken yerde buldum."
"Ne, hayır mı?"
"Hayır, hayır. Sarı Mustafa Emmi yaylaya gidecekmiş. Bizimkilere bir
çıkı hazırladım. Sizde orak armudu da var birkaç versen."
"Gız Ayşe lafı mı olur. Sen de bene biraz erken şeftalisi verirsin."
"Biraz da gök erik veririm. Yayla yerinde taştan yumuşağı yenir."
Bu arada Sarı Mustafa da yol hazırlığını yapıyordu. Un denklerini çardağa çıkarmıştı. Büyükçe bir sepete de armut, erik, şeftali, erken elması hazırlayıp denklerin arasına bastıracaktı. Sepete bir ip
bağlayıp omuzlarken kızına seslendi:
"Kızım ben bahçeye varıp gelecem. Sen de eşeğin arpasını, burmasını hazırlayadur."
Ayakkabılarını giyerken elinde bir çıkı ile bir kadın gelir.
"Mustafa Aga sene de zahmet olacak emme, şu çıkıyı bobamgile değeriversen. Çok selam söyle."
"Ne zahmeti agası. Bu gün ben seninkini götürürsem yarın da sen benimkini götürürsün. Parayla değil bu, sırayla."
Sarı Mustafa'nın kızı alır çıkıyı denklerin yanına koyar. Sarı Mustafa ayakkabılarını giyip çardaktan inerken yayla komşuları elinde bir sele ile gelir.
"Mustafa Emmi şu seleyi bizimkilere veriver bir zahmet. Çok selam söyle."
"Hay hay!"
Avlu kapısından çıkarken yan komşuları elinde bir kese ile gelir.
"Komşu şu keseyi bizim çocuklara..."
"Baş üstüne!"
Avlu kapısından çıkınca kardeşinin kızı gelir önünden. Elinde bir sepet vardır.
"Emmi, emmi bizimkilere çok selam söyle. Boğdayı galdırdık emme bu sene boğday çok eresliymiş. Nişleyecez gayrı bilmen. Şu sepeti de..."
"Tamam emmisi. Un denklerinin yanına koyuver."
Sarı Mustafa bahçeye doğru yürüdü ama içine korku karışık bir kuşku girmişti. Başını sallayarak söylendi.
"Hayırlısı. Üç beş çıkı değil mi şunun şurasında..."
Bahçeye gitti. Sepeti erik, armut, şeftali, elma ile doldurdu. Yüklenip eve geldi. Sepeti un denklerinin yanına indirdi. Çıkıların, selelerin biraz çoğalmış olduğunu gördü.
"Kızım bunların sahibi belli mi?"
"Belli boba belli. Üzerlerine kopya kalem ile yazdım."
"Tamam o zaman. Çok olmuş bunlar. İnşallah başka getiren olmaz."
Yorulmuştu. Divana uzandı. Uyuyakaldı. Kızı, darı, bulgur, döğme, köpek yalı gibi yaylaya gidecek yiyecekleri keselere doldurup bir çuvalda biriktirmek için uğraşıyordu. Bu arada gelip gidenler de eksik değildi. Yaylaya gidecek çıkı getiriyorlardı. Kızı da yorulunca ambarın dibinde uyuyakaldı.
Sarı Mustafa şafakla kalktı. Erken yola çıkmak istiyordu. Kızı da kalktı. Çıra yakıp çardağa çıktılar. Kızı:
"Boba sen uyuduktan sonra çok çıkı geldi. Bak şu dayımgilin, şu Fatma yengemgilin, şu Ayşe teyzemgilin, şu Ahmet emmigilin hepsinin üstüne kopya kalemle yazdım. Şu dayımgilin, şu abamgilin..."
Sarı Mustafa kızının sözünü kesti.
"Dur kızım dur sayma. Bu kadar yükü bizim eşeğimiz götüremez. Bu yükü iki eşek bile götüremez. Komşular bu işin tadını kaçırmışlar. Bu yükü götürmek için şitayir araba gerek."
(Bu olayın olduğu senelerde yurdumuzda Steir marka kamyonlar ve traktörler çalışırdı.)
Sarı Mustafa bir süre çıkılara baktı, kafasını o yana bu yana salladı, "cık, cık..." yaptı. Kafası bozulmuştu. Çıkıdan bir dağ vardı karşısında. Sanki Gülen dağıydı. Çıkılar Gülen dağı olmuştu kendi de altına kalıp ezilmişti. Bu dağın altından nasıl kalkmalıydı?
Komşuların işini görmezse ayıp olurdu. Ama görmesine de imkân yoktu. Boşa koydu, dolmadı, doluya koydu almadı. Bir türlü işin içinden çıkamadı. Kızına seslendi:
"Kızım bu kadar yükü götürecek benim şitayir arabam mı var. Öğleyin komşuların hepisini birden çağır da suç bizde mi kendilerinde mi bir görsünler. Hatır koyacaklar ama ne yapalım. Hadi kendi yükümüzü yükletelim."
Eşeği yüklettiler. Sepeti ve ufak tefek çuvalını denklerin ortasına bastırdılar.
"Hadi kızım Allaha emanet ol."
"Güle güle bobacığım. Anama, ağabeylerime çok selam söyle. Ellerinden öperim."
Sarı Mustafa komşuların çıkılarını götüremediği için çok canı sıkılmıştı. Ağlamaklı bir durumdaydı. Zorla güler gibi yaptı.
"Bak selamı istediğin kadar yolla. Komşuların da bu sefer sadece selamını götüreceğim."
Sonra elindeki değneği eşeğin arkasına yavaşça vurdu.
"Deeeah aslanım!"
Yürüdüler gittiler yaylaya doğru.
KISSADAN HİSSE...
"Fabl" denilen masalların sonunda "kıssadan hisse" diye bir bölüm vardır. Kıssa: Yaşanan olay: hisse de pay... Yani, olaydan çıkarılan pay, ders. Ne desiniz, Sarı Mustafa Amca'nın başından geçen bu olaydan nasıl bir pay ya da ders çıkarabiliriz kendimize?
Şahsen ben bu olayı dinledikten sonra yaylaya gideceğimi kimseye söyleyemiyorum. "Yaylaya ne zaman gideceksin?" diye sorulursa "Belli değil, işler bitince giderim. İşlerin de ne zaman biteceği belli olmuyor." diye cevap veriyorum. (Burası şaka tabi ki) Kıssadan hisse:
Birbirimizden yardım isterken ölçülü olmalıyız. Ölçüyü kaçırırsak aradığımızı bulamayabiliriz.
(Ayrıca anlattığımız her olaydan sonra kıssadan hisse bölümü yazmamıza gerek yoktur. Okuyucu olayı okurken düşünürse kendisine zaten bir pay çıkarmaktadır.)
Ali Varol – 24. 04. 2009 - Manavgat