Huriye HEARN Yazarın Tüm Yazıları
Huriye HEARN Ä°ngilizce ÖÄŸretmeni
Mehmet Aslan’ın Yazısı Üzerine
KOCA MUSTAFA'NIN KİTAPLARI ve YEŞİL DEVRİYELER
Huriye HEARN
Mehmet Aslan’nın sitedeki fırından yeni çıkmış ekmek gibi sıcacık “AnarÅŸik Goca” yazısını merakla ve heyecanla okudum. Ä°nsanı hüzünlendiren bu ‘anı’ yazısında bahsi geçen çocuklardan birisi de bendim ve o günler ile ilgili anımlarım gözlerimin önüne geldi ister istemez.
Yazıda geçen Koca Mustafa, babamın teyzesinin oÄŸlu idi. Sık sık ‘Teyze oÄŸlu, hoyn evde misin? ’ diyerek bize misafir olur ve babamla eski güzel günlerden bahsederler ve annemin yaptığı tereyaÄŸlı taze çöreklerle kahvaltı ederlerdi. Ben de küçük bir çocuk olarak bu zengin ziyaretlerden çok hoÅŸlanır onların sohbetlerini, yaÅŸanmışlıklarını dinlemekten büyük bir zevk alırdım. Her bir yaÅŸanmış hikaye bir kitap, içindekiler ise aralarında dolaÅŸtığım yaÅŸayan kahramanlardı benim için.
Aslında Koca Mustafa emmi çok fazla konuÅŸmazdı; daha çok dinler, arada bir konuÅŸan kiÅŸiyi takip ettiÄŸini, sohbetinden hoÅŸlandığını belirten kısa kelimeler ya da cümlecikler dile getirerek sohbete katılırdı. Minik gözleri hep gülümserdi, yüzünde hep bir ÅŸükür duygusu olurdu insana güven ve huzur veren.
Yüzü, kısa ve bembeyaz sakalları ile bilge bir insanı anımsatırdı onu görenlerde. Hep sakindi, bir meÅŸe aÄŸacının gölgesi kadar sakin ve huzurlu idi.
O yıllarda köye sık sık koyu yeÅŸil devriye arabaları gelirdi. Bu arabaların renklerini zakkum bitkisinden aldıklarını düÅŸünürdüm ve o nedenle hiç sevmezdim. Bu arabalar acı, tedirginlik, bilinmezlik ve anlamlandırılamayan bir bekleyiÅŸ hissi yaratırdı köye her geliÅŸlerinde. Bu duyguyu yaÅŸlıların gözlerindeki bakışlardan ve fısıl fısıl anlaşılmayan konuÅŸmalarından anlardım. Bu arabaların ne zaman geleceÄŸi asla bilinmezdi. Her an gelebilirlerdi, her an arama yapılabilirdi. Bir isim, bir eÅŸya, bir ev aranabilirdi…
Bu arabaların TaÅŸharman’dan geliÅŸini haber alan yaÅŸlılar caminin önündeki tahta oturaklardan hızlıca kalkarlar ve evlerine doÄŸru tedirgin adımlarla yol alırlardı. Bu koyu yeÅŸil, korku saçan arabaların gelmesinden tedirgin olan babam ve Zobu Emmim de en çok sevdikleri silahlarını saklamak ihtiyacı duyarlardı ve üzülerek de olsa bunu yaparlardı.
Bu iki arkadaÅŸ büyük bir özenle sakladıkları silahlarını parçalara ayırırlar ve Çukur’un üstündeki taÅŸlık yerdeki piynar aÄŸaçlarının dibine gömerlerdi. Bana da sık sık:
‘Ana, git bak bakalım bizim emanetler yerinde mi?” diye görevler verirlerdi. Ben ise bu iki muhteÅŸem insanın hayatlarının içinde olmanın heyecanı ve sevgisiyle yerimden hemencecik fırlar, bu kutsal göreve hazır olduÄŸumu bildirirdim. Onlar ise merdivenlerden inmeden önce bana bakarak ve gülümseyerek;
”Kimseye görünme ha, kimse de senin orada ne iÅŸ yaptığını görmesin,tamamı mı?” diye uyararak beni de içlerindeki serüvene dahil ederlerdi.
Bu kadar gizli bir görevin parçası olmak benim gibi minik bir çocuk için tarifi imkansız bir mutluluktu.
Yine sarı sıcak bir yaz günü idi. Koca Mustafa Emmi bir gün önce bize uÄŸramış, babamla konuÅŸmuÅŸ ve ikindi ezanında beyaz ÅŸeffaf bir çuvalın içine koyduÄŸu kitapları gizlice Ketir’e götürmüÅŸtü. Oradaki minik maÄŸaralardan birinin içini kazmış ve nereden bulduÄŸunu bilmediÄŸimiz kitapları oraya gömmüÅŸtü. Bunu gören biz çocuklar ertesi gün bu minik maÄŸaraya uÄŸrayıp içinde onlarca kitabın olduÄŸu plastik çuvalı açmıştık.
Kitaplar çok kalındı ve hiç resim yoktu içlerinde. Kitaplardan birkaç tanesini alıp evlerimize gizlice getirmiÅŸtik. Birinci sınıfta okuma yazmayı sökmüÅŸ olan bizler aslında bulduÄŸumuz bu kitapları okuyarak çok mutlu olacağımızı zannetmiÅŸtik çünkü köydeki okulumuzda çok kitap yoktu ve olanları da zaten okumuÅŸtuk. Benim özenle seçtiÄŸim kitabın adı ‘Kapital’ idi. O kitabı okuyordum, hem de akıcı bir ÅŸekilde okuyordum ama hiç anlamıyordum. Bu durum canımı çok sıkmış ve sonra arakadaşım Türkan’dan da bu kitabı okumasını istemiÅŸtim. O da birkaç safya okudu ama analamadığını söyledi. Sanki kitap özellikle anlaşılmamak için yazılmıştı, ya da biz çocukların çözemeyeÄŸi bir bulmaca gibiydi.
Aradan günler geçti kitapları talan ettiÄŸimizi duyan büyükler bizleri azarlayarak kitapları nereden aldı isek oraya bırakmamızı istediler. Biz de kitapları aldığımız minik maÄŸaraya bırakmıştık ama bir kere maÄŸaranın kapısının açık olduÄŸunun ve oradaki hazinenin çocukların eline geçtiÄŸi söylentisini köydeki herkes duymuÅŸtu. Bu hiç de iyiye alemet deÄŸildi. Ya o kitapları devriyeler bulursa! Bu kitaplar kime ait diye sorsalar ne olurdu insanların hali! Bunu kimse açık açık söylemiyordu ama bizler sanırım büyüklerin endiÅŸelerinden böyle bir sonucun hiçte iyi olmayacağını anlayabiliyorduk.
Birkaç hafta böyle geçti. Bir gün Koca Mustafa Emmi kitapların olduÄŸu çuvalı yeniden aldı ve Kuyunun Alanı denilen yere getirdi. Biz çocuklar meraklı gözlerle evlerin çardaklarından onu dikkatlice izliyoduk. Kitapları üst üste koydu, sonra hiç tereddüt etmeden bütün kitapları bir kibrit kıvılcımı ile yakıverdi. Orada kitapların tamamen yanmasını bekledi. Sonra hepsinin yadığından emin olunca upuzun boynu dalından koparılan minik bir papatya gibi büküldü, yüzünü kaplayan hüzün herkesi etkilemiÅŸti. Belli ki iyi bir ÅŸey yapmadığını o da biliyordu. SessizliÄŸin içinde yeni sessiz dünyalar açtı. Sessizce çeÅŸmenin suyunun aktığı hafif çamurlu yoldan ağır ağır yürüdü. Omuzları düÅŸmüÅŸtü, yüzünü kaplayan hüzün ve acılı gözleriyle evin yolunu tuttu. Uzun süre kimseyle konuÅŸmadı ve kimse de asla kitaplardan bahsemedi.
Biz çocuklar bunu niçin yaptığını asla anlayamamıştık. Zaten kitaplar resimsiz ve anlaşılması imkansızdı diye düÅŸündük kendi kendimize. Yıllar sonra öÄŸrendik ki bu kitaplar Mehmet Aslan’a aitmiÅŸ.
Onu hatıralarımda tutan elbetteki sadece kitapları deÄŸildi. Onun bir hazine bulduÄŸu ve bunu kimse ile paylaÅŸmadığı, hazineyi kimsenin bilmediÄŸi bir yere gömdüÄŸü efsanesi herkes tarafından bilinirdi. Babamın sık sık;
“TeyzeoÄŸlu, ÅŸu hazinenin yerini söyle de hepimize faydası olsun, mezera mı götüreceksin hazineyi” dediÄŸini hiç unutmadım. O da;
“TeyzeoÄŸlu o hazine kimseye yar olmadı bize de olmayacak, benimle mezara kadar gidecek” sözzlerini ve bir de kendi elleriyle yapıp anneme hediye ettiÄŸi tahta kaşıklarla terazilerin pembe rengini hala hatırlarım. Kaşıkların ve terazilerin üzerindeki törpü izlerinin hepsinin aynı yönde ve incecik uzun yollar gibi pürüzsüzlüÄŸünü dokunuÅŸlarımla hissettiÄŸimi de…
Ne zaman el yapımı bir eÅŸya, alet alsam onun ustalık ve sabırla yaptığı kıymetli ahÅŸap eserlerinin sıcaklığı kaplar yüreÄŸimi. Bir de beni alıp ta çocukluÄŸuma götüren taze çam kokusu dolar içime…