Huriye HEARN Yazarın Tüm Yazıları
Huriye HEARN İngilizce Öğretmeni
ÖLÜLER ÜŞÜR MÜ ABLA?
Huriye HEARN
İki gün önce kaybettiğimiz, köyümüzün şakacısı, köyün esprili adamı Ali Kara’yı çok da yaşlanmadan kaybetmenin üzüntüsü içindeyiz. Sevgili Ali Amcamıza rahmetler diliyorum.
Bu ölüm bana, yine bir kış günü kaybettiğimiz bir büyüğümüzün ölümü üzerine yadığım bir yazıyı hatırlattı. Ölenler her zaman kalbimizde yaşasa da onların eksikliğini hep hissedecek olmanın hüznü hiç geçmeyecek.
***
Hangimiz unutabiliriz ki ilk yaşadığımız duygu değişiklikleriyle birlikte hissettiklerimizi ve bizlere düşündürdüğü masumca yorumları. İlk aşk, ilk ayrılık, ilk öpücük ve ilk kez büyük bir şehirde olmanın heyecanı ya da ilk yaşadığımız fiziksel acı... Aslında liste uzar gider daha yazmak istersek; ilk yaşadığımız heyecanları üzüntüleri keşifleri ve bunların bizlerde bıraktığı izleri.
Hala hatırlıyorum; ablama çocukça sorduğum şu masum soruyu: “Ölüler üşür mü abla?” Senesini hatırlamıyorum ama bu kadar masum bir soru sorduğuma göre daha çok küçük olmalıyım. Ketir’den mezarlığın ucundaki küçücük yerde Bakkal Hacının yağmur altında salladığı kazma ve küreklerin yankısını duymakla kalmıyor bizzat onun yaptığı işe şahit oluyorduk.
Belki de ilk kez ölüm kayramını anlamaya çalışıyordum o gün. O güne kadar sürekli önünde oynadığım içerisinden korkusuzca geçtiğim mezarlığın ne işe yaradığını düşünmemiştim bile. Ta ki Koca Mustafa Emminin eşi Arzu ebenin aniden ölümüne kadar.
Belki onu da fark etmeyecektim; ama bir gün öncesinden gelip çeşmeden bir bakır güğüme su doldururken göz göze gelmeseydik ve o, biz çocuklara gülümsemeseydi… Ya da Şerife Ebeyle o yaz çeşmenin önündeki bizim asırlık zeytin ağacının dibinde mahallenin buğdaylık bulgurlarının kocaman kazanlarda özel yıkama işlemine katkıda bulunmasaydı…
Ketir’den duyulan sela sesiyle gelen hüzün ablamla beni de esir almıştı...Yağmurlu havada sonbaharın soğuk yeli üşütmüştü her ikimizi de. Üzerimizdeki naylondan kepeneğe inen yağmur damlaları, ölünün arkasından akan gözyaşlarını aratmıyordu. Bense ilk kez koca mezarlığın daha dün yanı başımızdaki birisini sahiplenişine şahit oluyordum.
Peki ya ölenler onlar ne hissediyordu?
Yağmurun şiddetlenmesiyle birlikte önümüze aldığımız keçilerle birlikte köye gelmiştik. Cenaze evininden gelen haberlere göre mezardan su çıkmıştı.
Ablama:
“Ya Arzu Ebe üşürse? Orada onu suya mı koyacaklar abla? Ölüler üşür mü abla?”
Bu soruların bir cevabı olmalıydı ve beni rahatlatmalıydı.
Ablamın bana verdiği cevaplarla yetinmemiştim ve bu konuyu babama sormuştum. O da bana ölülerin üşümediğini bedenlerinin değil ruhlarının sıcak ya da soğuğu hissettiğini anlatmıştı ve de ruhun da mezarda değil gökyüzüne çıktığını söylemişti... Böylelikle Arzu Ebe için üzülmeyi bırakmış hatta ruhunun gökyüzünde olmasını duymakla sevinmiştim bile. Kendi kendime ben rüyalarımda uçuyorum gökyüzünde. Arzu Ebe ise her zaman gökyüzünde uçaçak diye sevinmiş ve onun su çıkan mezarını bile unutuvermiştim.
Her ölüm haberi ile birlikte benim ölümü algılama serüvenim gelir aklıma… Babamın küçücük bir çocuğa ölüm gibi soğuk bir kavramı ve ruh gibi soyut başka bir kavramı anlatma becerisinin güzelliğini ben de çocuklarımla paylaşıyorum.
Umarım bu dünyadan göçüp giden bütün yakınlarımızın ruhu mutluluk içinde gökyüzünde uçuyordur. Ta ki bizim ruhlarımızda onların bu uçuş serüvenine katılana dek.