AHMETLER'İN HİKAYESİ,
ANTALYA GAZETESİNDE
HES döneminde gündemden düşmeyen Ahmetler’e basının
gösterdiği ilgi çok büyüktü. İşte o dönemde Gazeteci Gözde Dolayman’nın Mustafa
Koç’la yaptığı söyleşide Ahmetler’in tarihi geçmişi ve Tarsus’a göçün hikayesi
de yer alıyor.
Haberde Ahmetler’i kuran üç Ahmet’ten birinin
cesareti, birinin adaleti birinin de asaleti temsil etiği de yazılmış.
Bu Söyleşinin Tamamı Aşağıda:
***
5.
kuşaktan Ahmetlerli olan Mustafa Koç’un gözünden, bir direnişin doğduğu yer
olan Ahmetler Köyü…
TAŞ
HARMAN’DAN TAŞKUYU’YA
Söyleşi:
Gözde DOLAYMAN
Dağın başında fakir, haksızlığa uğramış bir köy… Son
yıllarda HES’e karşı verdiği direniş mücadelesiyle tanınan Ahmetler, bölgenin
en eski köylerinden biri. Yaklaşık 700 yıllık uzun bir geçmiş
var. Ahmetler Köyü’nün Orta Asya’nın Horasan bölgesinden kalkan tarihteki
büyük göçün ilk dalgasıyla gelip Manavgat Ovasına yerleştiği de kesin olarak
biliniyor. Ahmetler Köyü’nün tarihini, 5. kuşak Ahmetlerli olan Mustafa Koç
anlattı. İşte, Ahmetler Köyü’nün inanılmaz öyküsü…
OSMANLI VERDİ, CUMHURİYET ALDI!
Biz Ahmetler olarak kendimizi hep yalnız hissettik.
Coğrafi olarak yalnızız. Ulaşım yok. Devletin de ihmali var. Sosyolojik yönden
de yalnızız; Ahmetler çok haksızlığa uğramış.
Örneğin 1500’lerde Osmanlı hükümdarı Kanuni Sultan
Süleyman’ın fermanı ile Ahmetler Köyü’ne verilmiş bir Ahmetler Yaylası var.
Fakat Osmanlı’nın Ahmetler’e verdiği bu yaylayı, Cumhuriyet Mahkemeleri, hukuk
oyunlarıyla, karşı köyün nüfuzlu adamları ve ekonomik gücüyle Cumhuriyet
döneminde Ahmetler’in elinden aldı. Şimdi ise çevre köylerden Cumhuriyete en
bağlı olanı Ahmetler Köyü…
Cumhuriyetten önce yayla tapularının olduğunu söyleyen
Mustafa Koç, bu yaylanın Cumhuriyetten sonra mera olarak kullanıldığını
anlatıyor.
“Biz bunu istemiyoruz. Orada yüzlerce yıllık mezarlar,
kalıntılar var. Öyle bir hukuk sistemi ki, kim işini yürütüyorsa onun dediği
olabiliyor bu ülkede. Avukatlarınızı bile satın alıyorlar. Sonuç olarak Osmanlı’nın verdiğini, Cumhuriyet
aldı. Oysa Cumhuriyet değerlerine en bağlı köylerden biridir Ahmetler… İşte
böyle bir ironi de var.”
Ahmetlerliler 240 yıl önce ayrılan akrabalarıyla ilk
kez buluştu. Taşharman’dan Taşkuyu’ya giden yol, Ahmetler’in tarihini aydınlatıyor…
Bu köyün tarihinde çok ilginç öyküler var. Ahmetler
Köyünün büyük kolu, 240 yıl önce Osmanlı’nın yönetimi altında tımar sistemi ile
birlikte yaşanan sosyal olaylardan dolayı Tarsus’a göç etmişler.
Bir gün Hacı Lütfi PAN adında biri Tarsus’tan Manavgat'a
gelmiş ve orada Ahmetlerliler ile tanışmış.
Mustafa Koç, “Bu ziyaretten bizim o sırada haberimiz
olmadı. Daha sonra öğrendik. Ben bu ailenin birinci derece tarafıyım. Lütfi PAN’ın
aslında bizimle buluşması gerekiyormuş. Karşılaştıkları insanlar ise bu aileye
yakın olsalar da birinci derece değiller. Belki de kafalarındaki başka
hesaplarla bizim bu işin içinde olmamızı istemediler ya da kıskandılar. Çünkü
bu ziyaret çok önce gerçekleşmiş. Bu arada birkaç kişi daha Ahmetler’e,
Manavgat’a filan gelmiş ve bazı görüşmeler olmuş.
Ama akrabalarımızın bu ziyaretlerini geç de olsa öğrendikten
sonra dedik ki:
“Bir gün bu Tarsus’a biz de gidelim.”
Bir süre sonra köydekilerle oturup planladık geciktirmeden
Tarsus’a gitmemiz gerektiğine karar verdik.”
Mustafa Koç, 2014 Ağustos ayı sonunda da Tarsus’a
gittik” diyor ve anlatmaya devam ediyor.
“Bu hikâyede esas dikkat çeken şey şu: Ahmetler,
bölgenin en eski köylerinde biri. 1200’lülerde belki de Türklerin ilk öncü göçleriyle
gelenlerden. Horasan bölgesinde, Hoca Ahmet Yesevi var. Türkçe’nin, Türklüğün
ve Müslümanlığın gelişmesini, yayılmasını isteyen ünlü bir Türk büyüğü.
Hoca Ahmet Yesevi döneminde Anadolu’nun
Türkleştirilmesi ve Müslümanlaştırılması kararından sonra bizim atalarımız da
muhtemelen öncü olarak gelen gruplardan biri. O dönemde bu bölgeye gelenler
ağırlıklı olarak Toroslar’a yerleşmişler. Yerleştikleri yerlerde Silifke’den
tutun Mersin Tarsus’a kadar sahil boyunca Doğu Toroslar’dan Batı Toroslar’a
kadar yerleşmişler.
Şöyle de bir saptama yapalım: Biz yerleştiğimiz
bölgeye ve yıllardır süregelen ilişkilerimize baktığımızda anlıyor ki atalarımız
Karaman Türklerinin bir kolu olmalı. Karamanoğulları, Osmanlı ile en çok
uğraşan beylikti. Sebebi de; Karaman Türkleri, Türklüklerine ve milli
değerlerine son derece bağlıydı. Bu yüzden Osmanlı’nın en son içine katabildiği
beylik Karamanoğullarıdır.
1200’lerde Karamanoğlu Mehmet Bey, “Karada, denizde,
havada, her yerde Türkçe’den başka bir dil konuşulmayacak” diye bir ferman
yayınlamış. Osmanlı’nın ise böyle bir derdi yok. Osmanlı, Türlüğü çok
önemsememiş. Karma bir imparatorluk kurmuş. Muhtemelen felsefesi onu
gerektiriyordu. Bu yapıda milli duygular tehlikeli sayılıyor olmalı ki Karamanoğulları
hep dışladığı ve zayıf düşürülmüş. Ancak yine de Karaman Türklerinin milli
yanlarına güvendiği için, Türklüğü ve Müslümanlığı yaymada Karaman Türklerini
kullanmış.
Bütün Balkanlar’a; Yunanistan, Makedonya, Bosna
Hersek’e gidenlerin neredeyse tamamı Karaman Türkü.
Osmalıdaki beylik kavgalarında savaşı Osmanoğulları
kazandığı için Osmanlı İmparatorluğu kuruldu. Eğer ki, böyle bir kavgayı
Karamanlılar kazansaydı, tarih başka türlü yazılacaktı ve Türkçe, Türklük başka
türlü olacaktı. Bunu tarihçiler söylüyor.
Ahmetler de, işte o dönemden geldiğinden Türklerin bu
değerlerine, Türk olma özelliklerimize hep bağlı kalarak yaşamış. Osmanlı arşivlerinde
Ahmetler ile ilgili çok ciddi kayıtlar var.
Örneğin dedelerimden biri çok zengin ve devlet katında
itibarlı biriymiş. Altın paraları atların heybeleriyle taşırmış. Kadılar ve
şehrin ileri gelenleri onu Alanya’nın girişinde karşılarmış. Bir gün Ahmetler’de
eşkıyalar tarafından soyularak bütün servetini kaybetmiş. Osmanlı arşivinde bu
olayın bile kaydı var. Aynı şekilde daha önceleri Manavgat ovalarındaki zengin
topraklarda yaşarken 1800’lü yılların başındaki büyük bir veba salgınında
köylülerin çok zayiat verdiği ve köyün dağıldığı da Osmanlı belgelerinde
bulunuyor.”
Panlar…
Ahmetlerlilere, Tarsus’ta Pan’lar deniyor. İşin ilginç
yanı, Ahmetler’i kuranların en eski ataları da aynı adla anılıyor. Ahmetler’in
tamamı, sonradan aramıza gelen bir iki küçük aile dışında aynı kökten gelir.
Nüfus arttıkça sülaleler genişlese de soyadı yasasıyla soyadlar çeşitlense de
aslında yıllarca dışarıya kapalı bir yaşam süren Ahmetler’in hepsi birbiriyle
akrabadır. Çünkü soy ağacını sadece babadan devam ettirmek bir tür cinsiyet
ayrımcılığı olmaz mı? Bu yanlışa düşmezsek köydeki her sülalenin ya babası ya
da anası aynı “ailenin” devamıdır. İşte Taşkuyudaki Pan’larla da aramızda
benzer şekilde köksel bir yakınlık olduğunu biliyorduk.
Tarsus’takiler, köklerini unutturmamak için olmalı,
Pan soyadını alarak bu soy zincirini korumuşlar. Ailelerin birçoğu aynı soyadı
taşıyor ve adları anılırken soyadları tıpkı bir sıfat gibi önden söyleniyor.
Pan Ali, Pan Ahmet, Pan Lütfi, Pan Yusuf, Pan İsmail… Soyadları Pan olmayanlar
ve anne tarafından Pan olanlar için “Onlar da Pan’lardan…” dense
de sonradan soyadlarını değiştirenlerin "Pan" sayılmadıklarını
öğrendik. Umarız bundan sonra onlar da Pan olarak anılacaktır. Ahmetler’de
ise “Pan” soyadı kullanılmamış.
4 TANE AHMETLER VAR
Tarsus’a gittiğimizde, bu ailenin başı olan yerli
Yusuf’un mezarının Aslanköy’de olduğunu öğrendik. Tarsus’ta Yerli Yusuf’un
devamı olanlara Panlar, Pantırlar deniyor. Orada gördük ki özlerine bağlılık
konusunda adeta bir tutuculukları var.
Kalabalık bir grupla Ahmetler’den kalkıp Taşkuyu’ya vardığımızda
bizi büyük bir sevgiyle karşıladılar. Onlarla buluştuğumuz zaman bize kendi
geçmişleriyle ilgili önemli ayrıntılar anlattılar. Atalarımızın ortak
hikayesinin özü şaşırtıcı şekilde yanıydı. Elbette bizim bildiklerimize yeni
bilgiler de eklenince hikâyemiz biraz değişti. Ancak bu buluşmadan sonra
geçmişimizi yeniden yazmak gerekecek.
Burada bir tane Ahmetler var ama Tarsus’ta ve
Mersin’de adeta 3 tane daha Ahmetler var: Aslanköy, Taşkuyu ve Sarıveli köyü.”
Yedi kardeşten biri öldürülmüş, altısı oraya gitmiş.
Dördü Mersin’de kalmış, ikisi Ahmetler’ geri dönmüş. Birisinin çocuğu olmamış,
çocuğu olanlardan da şimdiki köyün büyük çoğunluğu türemiş. Yedi kişilik bir
ailenin serüveni, Tarsus’ta bu şekilde noktalanmış.
DEFİNE AVCILARI TAŞHARMAN’DA
Ahmetler Köyü, Toros Dağlarının güney yamacınca deniz
seviyesinden yaklaşık 700 m yükseklikte bulunur. Köy, Manavgat ilçesinin en
yüksekte yer alan yerleşmelerinden biridir.
Karmaşa döneminde köyün önemli bölümü Tarsus’a
yürüyerek göç etmişler. Develerle, atlarla nehirleri aşmışlar. Oraya
vardıklarında çocuklardan biri annelerine der ki;
“Anne, altın küpü ne yaptın?” Anne:
“A yavrum, ne bileyim böyle olacağını, ben onu zeytin
ağacının birinin dibine gömdüydüm” der.
Bu konu Tarsus’ta da Manavgat’ta da şaşırtıcı şekilde aynı
sözlerle anlatılıyor. Bu yüzden Ahmetler
Köyü’nün eski yerleşim yeri olan Taşharman’ı defineciler dâhil herkes alt üst
etmiş. Altın küp bulundu mu bulunamadı mı hala bilinmiyor.
Ahmetler Köyü’nün üç çoban tarafından kuruluşunun
hikâyesi…
Tımar sisteminin dejenere olduğu bir dönemde insanlara
zalimce davranan tımarlar varmış. Bu tımarlardan biri de o bölgede kötü bir
şöhrete sahipmiş. Dermiş ki; “ya malını, ya canını, ya karını…”
O dönemde bütün tımar bölgesinde tehditlerle
insanların susturulmaya çalışıldığı anlatılır. İşte bir gün Tımarın adamları vergi
toplamak için geldiklerinde fakir bir ailenin tek öküzünü vergi diye almışlar. Herkesin
gelirine göre vergi alınması gerekirken özellikle o fakir ailenin öküzünün alınması
köylüleri çok etkilemiş. Zaten her yerde, bu adamın zulmü giderek artıyormuş.
Ahmetler’in ileri gelenlerinden ve köyün kök
ailelerinden ve kurucularından Yerli Yusuf’un oğlanları, sürekli halka haksızlık
ve eziyet eden bu tımara karşı tepki göstermeye başlamışlar. Milleti bu tımardan nasıl kurtarılabilir diye
düşünmeye başlamışlar. Sadece kendi köylülerinden zorla alınan bir öküz için
değil tabi, herkesin şikâyetçi olduğu bu zalimden milleti kurtarmaya karar
vermişler.
Halk bu zalim adama genellikle ağa diyormuş ama o
dönemin idari yapısını inceleyerek bu zalimin bir tımar olduğunu tespit ettik. Devlet
adına ağalık yapan, dejenere olmuş, kontrolü kaybetmiş bir tımar.
Osmanlı’nın zayıfladığı; devletin de koruyuculuğunun, güvenirliğinin
kalmadığı zayıf bir dönemde böyle bir adam ortaya çıkınca buna çözüm aranırken tımara
karşı bir saldırı düzenlenmiş. Yerli Yusuf’un oğlanlarına çevre köylerden de katılanlar,
gözcülük yapanlar olduğunu söyleyenler de var.
Bu olay yıllardır böyle anlatılıyor.
Köyün büyükleri tarafından öteden beri anlatılanlara
göre, tımarın yardımcısı tımarın kavuğunu giyerek gece evinin balkonuna çıkmış.
O sırada evi gözetleyenler, karanlıkta bu adamın tımar olduğunu düşünerek adamı
vurmuşlar ve kaçmışlar. Ancak sonradan bu saldırıda yaralandıktan sonra ölen adamın
tımar değil yardımcısı olduğu ortaya
çıkmış. Böylece tımar kurtulmuş.
Tımar, olaydan hemen sonra “bu bölgede bunu bana yerli
Yusuf’un oğullarından başka kimse yapamaz” diyerek bir grup zaptiyeyle bugünkü
köyün bulunduğu yerin 300-400 metre aşağısındaki Taşharman’ı basmış. Bu baskın
sırasındaki çatışmalarda yedi zaptiyenin öldüğü söyleniyor.
Yedi güvenlikçi yerine yedii parçaya bölmüşler
Bunların başında da yerli Yusuf’un büyük oğlu varmış. Çatışmanın
ardından tımarın adamalrı bu yedi oğulun en gencini İbrahim’i yakalamışlar ve
ölen yedi kişi yerine, İbrahim’i yedi parçaya bölerek öldürüp intikam almışlar.
Bu olayın ardından köylü toplanmış ve “bu adam bizi
buralarda barındırmaz, burayı terk edelim” diye karar almışlar.
O zamanlarda devletin kısmen eyaletlere bölünerek tımar
sistemiyle yönetildiği anlaşılıyor. Var olan yasalara göre, yedi ırmak
aştığınız zaman işlediğiniz suçlardan arınıyormuşsunuz. Ahmetler’den kaçan köylüler
de yedi ırmağı aşarak Doğu Akdeniz’e doğru yola çıkmışlar ve ilk olarak Tarsus Aslanköy’e
yerleşmişler.
Bir kuşak uzun yıllar Aslanköy’de oturmuş. Belki de
izlerini kaybettirmek istemiş olabilirler, bilemiyorum. Bir bölümü de daha
sonra Tarsus’un bugünkü Taşkuyu köyünü kurarak oraya yerleşmişler. Sonradan bir
kısmı Sarıveliler köyüne, önemli bir bölümü de Mezitli’ye yerleşmiş. Az sayıda
da olsa Konya Bozkır taraflarında yaşayanlar olduğunu öğrendik.
Sakız Ağacı ile başlayan yeni bir hayat…
Kalabalık bir aile olan Yerli Yusuf’un oğullarının ve
torunlarının bir bölümü Taşkuyu'ya varınca küçük bir sakız ağacının dibinde
durmuşlar ve develerin, atların yükünü buraya yıkmışlar. Devlerden birini bu
sakız ağacına bağlamışlar; ancak deve ağacı zorlayınca ipi çözmek zorunda
kalmışlar. İşte bugün de dimdik ayakta olan o ağaç o gün Taşkuyu'ya ilk
yerleşenlerin deve bağladığı sakız ağacıdır.
AHMETLER’İN 6. KUŞAĞI
Bugünkü Ahmetler’de yaşayanlar, çocuklarıyla birlikte 5.-6.
kuşak sayılır.
Tarsus’tan dönen Pantır Ahmet ve Köse Mustafa Ahmetler’e
gelip bir araştırma yapmışlar. Bakmışlar ki kendi topraklarını başkaları
sahiplenmiş ve köylüleri de perişan bir haldedir. Bu durumu görünce Ahmetler’e geri
dönmeyi düşünmüşler. Buradan Taşkuyu’ya tekrar vardıklarında babalarınaoradaki
durumu anlatarak;
“Baba, köyümüze geri dönelim” demişler.
Ama Yerli Yusuf;
“Oğlum biz artık buraya yerleştik, yeni bir hayat
kurduk, yeteri kadar verimli topraklarımız da var. Ama isterseniz siz ikiniz
dönün, ne de olsa ata toprağımız, oralara sahip olun, dağılan akrabaları ve köylüleri
yeniden toplayın.” demiş. Böylece Pantır Ahmet ve Köse Mustafa Ahmetler’e
dönmüşler ve bugünkü Ahmetler’in bulunduğu yere köyü tekrar kurmuşlar.
Eshab-ı Kehf’in Öyküsüyle Panların Öyküsündeki
İnanılmaz Benzerlik…
Tarihteki Yedi Uyurlarla Ahmetler'den Tarsus’a taşınan
Yerli Yusuf’un yedi oğlunun hikâyesi arasında inanılmaz bir benzerlik var. “Eshab-ı
Kehf” olarak bilinen Yedi Uyurlarla yedi oğulun kaderi ilginç bir şekilde Tarsus
Taşkuyu’da kesişmiş.
İslamiyet’ten önce yaşandığı anlatılan bu “Yedi
Uyuyanlar” söylencesinden yola çıkılarak Eshab-ı Kehf’te bugün farklı ve kutsal
bir ortam yaratılmış. Kuran’da söz edildiği için de kutsallaşmış. Oldukça
yüksekçe bir tepenin yamacına bir de cami yapılarak dini bir ziyaret yeri
haline gelen bu mekânı artık her gün yüzlerce kişi ziyaret ediyor.
Eshab-ı Kehf’teki Yedi Uyurlar Mağarası Hakkında
Notlar:
·
"Mitolojik tanrılara inanışın gücünü kaybettiği dönemlerde, tek
tanrıya inandıkları için eziyet edilmekten kaçan; Hristiyan dinine mensup
Yemliha, Mekseline, Mislina, Mernuş, Sazenuş, Tebernuş ve Kefeştetayuş adında
yedi genç, Putperestliğe dönmeyi kabul etmedikleri için Rum Hükümdar
Dakyanus'un huzuruna çıkarılmışlar. Hükümdar, Putperestlik dinine bağlı
kalmalarını, aksi takdirde kendilerini öldürteceğini söyleyerek onlara birkaç
günlük zaman vermiş.
·
Yedi genç ölümden kurtulmak için verilen süreden faydalanarak köpekleri Kıtmir'i
de yanlarına alıp kaçarlar ve bu mağaraya sığınırlar. Allah tarafından
kendilerine 300 yıllık bir uyku verilmiştir. İlk uyanan, yiyecek almak için
kente gider, ama elinde bulunan zamanı geçmiş para yüzünden yakalanır.
Yakalayan parayı nerede bulduğunu sorar ve oraya götürülmesini ister. O da
yalnız olmadığını yedi arkadaşıyla birlikte bir mağarada kaldığını söyler.
Birlikte mağaraya geldiklerinde ise ortalıkta yedi yavru kuşun tünediği bir
yuvadan başka bir şey görünmez. Bu nedenle burası "Yedi Uyurlar
Mağarası" diye de anılır.
·
Halk arasında ziyaret dağı olarak bilinen dağ, konik biçimi ve topoğrafik
görünümüyle doğal bir özelliğe sahiptir. 300 m2 büyüklüğünde 10 m
yüksekliğindeki mağaranın içinde 3 tünel vardır.
·
Eshab-ı Kehf Mağarasının yanına Osmanlı Padişahı Abdulaziz tarafından 1873
yılında bir mescit yaptırılmıştır.”
NOT:
Mustafa Koç, yaptığımız bu uzun söyleşinin sonunda aşağıdaki notları da ekledi:
“Bu ilginç hikayede çok önemli
sosyolojik noktalar var. Bir kere Ahmetler’in o dönemdeki insanları kimsenin
hakkını yemeyen ve kimseye hakkını yedirmeyen insanlarmış. Sadece kendilerine
değil, başkalarına, gariplere, yoksullara ve güçsüzlere yapılan haksızlıklara
da karşı gelirlermiş. Yukarıda anlattığımız olaylar da Tımar’ın kendilerine
değil de aynı zamanda akrabaları olan Delibaşlardan fakir bir köylüye yapılan
haksızlığa isyan ettikleri için ortaya çıkmış ve yurtlarını terk etmek zorunda
kalmışlar. Bugün de öyle: Ahmetler
insanı haksızlığı sevmiyor. Karaman Türk’ü olmanın verdiği muhalif bir gen mi
vardır bilmiyoruz ama bu insanlar daima doğrunun ve haklının yanında durmayı
seviyor.”
“Yüzlerce yıllık geçmişi bilinen bu köyde
köylüler arasında hiçbir kalıcı kötülük, düşmanlık, kin olmamış. Köye adını
veren Ahmet adlı üç çoban gibi bu kez de onların torunlarından Pantır Ahmet'in
bugünkü Ahmetler de atalarından gelen sosyal kültürü ve davranışı yaşatıyor.
Zaten Ahmetler'i kuran üç Ahmet’ten biri “adaleti” , biri “cesareti”, diğeri de “asaleti” temsil
ediyormuş. İşte onların genlerini taşıyan bugünkü kuşaklar da işte bu uzak
atalarına layık olmaya çalışıyor.”