Bir Yangın Hikayesi
3- SU TAŞIYAN KARINCA
Tırmık Timleri Görev Başında
Bir anda kendimizi ağaçların dibinden tepesine tırmanan dev alevlerin içinde bulduk!
Ertesi gün tekrar Ahmetler’e gidecektim. Herkes gibi, bütün köylüler gibi ben de büyük bir endişe içindeydim. Ormanlarımızın, derelerimizin hele hele köyümüzün yanacağını düşünmek bile istemiyorduk.
“Gitme, ne yapabileceksin ki orada?” diyenlere aldırmadım. Köylülerin terk ettiği köyler hep yanmış diye duyuyorduk. Ahmetlerli o panik havasındaki ilk gece dışında köyü terk etmedi. Ben de onların arasında olmak istedim. Tıpkı “Su Taşıyan Karınca” öyküsünde olduğu gibi tarafımı belli etmeliydim.
(Öyküyü okumak için buraya tıklayın.)
***
Kendimi “su taşıyan karınca” gibi görsem de Antalya’nın öbür ucundan kalkarak oğlum Savaş’la birlikte bir kere daha köyün yolunu tuttuk. Yolda 20 tane tırmık yangın eldivenleri aldık. Ama köye vardığımızda gördüm ki bütün köylüler, kadınlar, köyün gençleri, yaşlıları herkes yangına su götüren karıncalar değil su tankeri gibiydiler. Oradaki insan üstü mücadelenin hakkını hiçbir zaman ödeyemeyiz.
Sosyal medya kampanyası hemen etkisini göstermişti. Aldığım onlarca mesajda “Ahmetler için ne yapabiliriz” diyenler durmadan artıyordu. Köy derneği kanalıyla yapılmakta olan yardımlar da büyük ilgi görmüştü.
Tırmıkları arabaya yerleştirirken TRT Antalya radyosu, yangınla ve tırmık kampanyasıyla ilgili olarak telefonla canlı yayına aldı. TRT’de “bu yangın Ahmetler’de durdurulmazsa bölgedeki felaketin büyüyeceğini anlattım. Bölgeye uçak ve helikopter göndermeleri için ilgilileri göreve davet ettim.
Aklımız köydeydi. Yol boyunca yangının durmadan ilerlediği haberini alıyorduk.
Manavgat’a ulaştığımızda gökyüzündeki dumanı görünce çok endişelendik. Şehrin üstüne ve görünen bütün ufuklara yoğun bir duman tabakası çökmüştü. Manavgat’ın tam doğusundaki Güğlen Dağı açık havada bile ilk kez görünmüyordu.
Akseki - Konya yolunun 25. kilometresindeki köy kavşağına ulaştığımızda gözlerimize inanamadık. Jandarma yolu kesmiş, kimsenin köye girmesine izin vermiyordu. Yol boyunca onlarca araç vardı. Köye yardım malzemesi getiren araçlar ve destek için gelen gönüllüler de oradaydı. Çok miktarda yardım malzemesi geliyordu. Gelen yiyecek ve içecek malzemeleri büyük bir araca yerleştirilip toplu olarak köye gönderiliyordu.
O köyden olduğumuzu, yangına destek için gittiğimizi söylesek de izin verilmedi. Tırmıkları yetiştirmemiz gerekiyordu. Ama izin vermediler. Sonra onların bir Kızılay aracıyla köye ulaştırılmasını sağladık ama geç vakte kadar orada bekledik. Yoldaki itfaiye araçlarına engel olmamak için bunu yaptıklarını, zaten köyde çok sayıda araç bulunduğunu ve araçlar için park yeri kalmadığını söylediler. Ancak 4 saat sonra izin alabildik. Bu engellemeye fazla anlam veremesem de elimizden başka bir şey gelmiyordu.
Köye çıkınca gördüğümüz manzara korkunçtu. Güğlen dağı ve aramızdaki vadi ile yeşil ormanların üstü yağın dumanıyla kaplıydı. Doyamadığımız yeşillik bir kül rengini almıştı. Bir gün önce Beloluk’ta bıraktığımız yangın bütün hızıyla köye ve Güğlen dağının doğusuna doğru ilerliyordu. Köylüler: Taşlıca, Alıçlıyatak ve Oğlanöldüğü adı verilen bölgelerde alevlerle mücadele ediyordu.
Köyün içi ana baba günüydü, yurdun çeşitli belediyelerinden gelen itfaiye araçları, jandarmalar, çeşitli kurumların temsilcileri ve çok sayıda insan vardı. Ahmetler hiçbir zaman bu kadar kalabalık olmamıştı. Akşama doğru yangın alanlarından nöbet değiştiren araçlar geliyor, ellerindeki tırmıklarla araçlardan inen kadınlar, alkışlarla karşılanıyor, onların yerine yenileri gönderiliyordu.
Köy meydanında toplanan kalabalıklar gece boyu sahadan haber bekliyor, kimse uyumak istemiyordu. Hepiniz, yanan karşı tepelerdeki alevleri korku ve endişeyle seyrediyorduk.
1 Ağustos sabahı erkenden alanda verilen sabah kahvaltısından sonra yeni ve umutlu bir güne başlıyorduk.
Güneş yeni doğarken ellerinde tırmıkla cepheye hazırlanan kadınlara Tırmık Timi adını verip sosyal medyada paylaştım. O fotoğraf kısa zamanda bütün Türkiye’de ve yazılı medyada kullanılmaya başlanmıştı. Sosyal medyada ise Tırmıklı Mücadele büyük ilgi görüyordu.
Kadınlı erkkeli “Tırmık Timleri”ni cepheye uğurladıktan sonra köy muhtarı beni Alıçlıyatak, Gücükburnu ve Oğlanöldüğü bölgesindeki söndürme alnına bıraktı. Hepsinin nasıl çalıştığını HES döneminden bildiğim Ahmetler’in kahraman kadınları oradaydı. Kendimi, onlarla birlikte dehşetiyle buluşmuş oldum.
Onlar yangının köyden tarafa geçmemesi için yerdeki kuru çam hazellerini tırmıklarla ayırıp boş alan yaratmaya çalışırken bir yandan da bir itfaiye aracından uzatılan hortumla alevlerin gücü kırılmaya çalışılıyordu. Yerde bulduğum kırık bir tırmık sapıyla ben de e kuru çam yapraklarını ilerleyen ateşten ayırmaya çalıştım. Gördüm ki bu çalışma çok etkiliydi.
Bundan sonra bir yandan oradaki ortamı yansıtan paylaşımlar yaparken bir yandan da gücümüz yettiğince söndürme çalışmalarına katıldım. Alevlerin ve dumanın arasındaki paylaşımı gören bir arkadaş,
"Hocam, yaşın gereği, biraz uzakta dursan iyi olmaz mı? Aman sana bir şey olmasın!" diye uyarmıştı. Ona cevap veremedim ama yaşadığımız sıcak ortamın kışkırtıcı etkisiyle içimden şöyle demek geçti:
"Elbette kendimizi de korumalı ve dikkatli olmalıyız Ama nasıl olsa ölmeyecek miyiz? Eğer öleceksek yatakta ölümü bekleyerek ölmek yerine, köyümün toprağını korumak için ölmek de var."
Köyümüz yanacağına biz yanalım!
Nitekim sonradan köylülerden de birçok kişinin buna benzer şeyler söylediklerini, kadınların röportaj yapan gazeteciye "Köyümüz yanacağına biz yanalım" dediklerini de duydum.
Köylüler, kendi buldukları yöntemlerle ve canla başla savaşıyorlardı. Savaşıyorlardı dedim, çünkü yaşadığımız bu durum, adeta bir savaştı. Aynı anda yurdun dört bucağıyla birlikte biz de alevlerin altında kalmıştık. Köylülerden bazıları bunun da bir kurutuluş savaşı oloduğunu düşünüyordu.
Bu bölümle ilgili görselleri aşağıdaki albümde görebilirsiniz. / Mustafa Koç
Devamı var:
4. Bölüm için aşağıdaki linke tıklayın.
4 - Bir Yanım Cennet, Bir Yanım Cehennem